Kuklalar Cemiyeti’nin Zımpara Partisi
Bu öykü Kayıp Rıhtım Aylık Öykü
Seçkisi’nin “Pinokyo” temasında, Derin Manavoğlu (10) ile birlikte
yazılmıştır.
Pinokyo
şöminenin yanında ısınırken ödevlerini bitirmeye çalışıyordu. Babası Gebetto’yu
bekliyordu. Acıkmaya, açlıktan deftere yazdıklarını birkaç saniye sonra
unutmaya başlamıştı. Gebetto onu, yalnız başınayken şömineyi yakmaması için
sıkıca tembihlemişti ama böyle bir kış gününde kupkuru tahtadan vücudun ne
kadar titreyeceğini düşünmemişti. Pinokyo ısınmaya başlayınca ateşten uzaklaşıyor,
titremeye başlayınca ateşe yaklaşıyordu. Bu işin en zor tarafı şöminenin içine
yeni odun atacak kadar ona yaklaşamamasıydı. Kolunu uzattığı anda siyahlaşmaya
başlardı. Bu yüzden şömine sadece içinde olan odun kadar yanabilecekti. Pinokyo
hem açlığa hem de soğuğa aynı anda katlanamayacağı için elindeki defterle alevi
havalandırmaya karar verdi. Bu hareketi babası Gebetto’dan görmüştü.
Sonra
Pinokyo’nun kulağına bazı takırdama sesleri gelmeye başladı. “Midem,” diye
düşündü, “herhalde artık eşyalarını toplayıp gitmek istiyor.” Sonra elini
karnına götürdü. “Gitme,” dedi mahcup şekilde, “babam biraz sonra geri dönecek.”
Defteri şöminenin önüne doğru attı. Sesini duyurmak için biraz bağırdı.
Takırdamalar devam etti. “Aç kapıyı,” cevabı geldi. Pinokyo kapının neresi
olduğunu anlamadı. Ağzını sonuna kadar açıp bir yandan da gitme demeye
çalışıyordu. Sonra, “Kapı açık,” demeye çalıştı, “işte çık.” Söyledikleri
anlaşılmadığı gibi takırdamalar da gittikçe sertleşiyordu.
Ağzı
sonuna kadar açı şekilde karnına bakmaya çalışırken kapının yanındaki camda
birkaç tüy gördü. Birinin başının ucundaki tüyler camın ucundan çıkıyordu.
“Dostum Pinokyo, kapıyı açar mısın kim bilir?”
“Kim
bilir,” dedi Pinokyo, “biri kim bilir diyorsa, o “kim bilir” diyen kişi dostum
Ördek Kim Bilir’dir!”
Karnını
unuttu. Yanan ateşi ve hemen önünde bıraktığı defteri unuttu. Kapıya koştu.
Camın altında görünen birkaç yeşil tüy biricik arkadaşına aitti. Kapıyı açar
açmaz ördek üstüne atladı. Kanatlarını Pinokyo’ya sardı, “Seni ne çok özledim
kim bilir,” dedi, “ne kadar büyümüşsün kim bilir.”
“Ördek
Kim Bilir, seni görmeyeli uzun zaman oldu,” dedi Pinokyo.
“Kim
bilir,” dedi ördek.
“İçeri
girmez misin?”
“Karnım
aç sevgili dostum Pinokyo, ördek yemi var mı?”
Pinokyo
tahtadan kafasını yine tahtadan parmağıyla kaşırken Gebetto’nun daha önce
ördeği olup olmadığını düşündü. Yem yok, demek de istemiyordu. Onca yıl (1)
görmediği dostu Ördek Kim Bilir’e rezil olacağını düşündü.
“Hadi
geç otur,” diyecekti ki Ördek Kim Bilir’in kıstığı gözleri ve ince
gülümsemesiyle kendisini süzdüğünü fark etti.
“Ben
pek lezzetli değilimdir,” dedi. Ördek, gagasının son gücüne kadar güldü.
“Seni
isteyen kim, kim bilir? Gezmeye gidelim diyecektim. Hadi ödev yapmayı bırak,
seni bir yere götüreceğim.”
“Babama
sormam lazım ama,” dedi Pinokyo.
“Babanın
işi var, o gelemez.”
Pinokyo
ani karar değişimlerinden hoşlanmazdı. Bir defasında babası Gebetto, birdenbire
kararını değiştiren kişiler için, “Zihinlerinden geçenlerden haberi olmayanlar
bir dakika içinde beş kez karar verebilirler oğlum,” demişti, “bazı ansız gibi
görünen kararlar ise asıl kararlarını masum göstermenin bir başka yoludur.”
Pinokyo
babasının yanıldığını düşündü çünkü dostu Ördek Kim Bilir, Pinokyo’nun gördüğü
en aklı başında ördekti. Tanıdığı ördek sayısının bir olmasını hesaba katmadı:
“Hadi gezmeye!”
Kapıyı
çekip çıktılar. Az sonra gelecek olan babasını, yanan ateşi ya da ödevini
düşünmedi. Ördek Kim Bilir, Pinokyo’yu evden çıkarmanın bu kadar kolay
olacağını tahmin etmiyordu. Pinokyo hemen yemek yemeleri için bir yol arıyordu.
Kasabadaki kurabiyeciyi, ekmek fırınını ve manavı hızla geçen ördeğin açlığı
Pinokyo’da kuşku uyandırmıştı.
“Birçok
yemeği es geçtik,” dedi.
“Biblocuya
gidelim mi, kim bilir?”
“Ama
ördek yemi istemiyor muydun?”
“Biblocuda
ördek yemi… yani biblolar var. Ördek yemlerinden… kim bilir, yani şey işte
canım, biblolardan almak istiyorum.”
“Açlıktan
kafan karışmış olmalı.”
“Çok
eğleneceksin dostum Pinokyo, benim de karnım doyacak kim bilir, yani gözlerim
doyacak, biblolardan diyorum.”
Yol
boyu bir daha hiç konuşmadılar. Pinokyo ağaçlı yola girdiklerinde bir başka
dostunu ziyaret etmek istedi. Bilmiş bir salyangozun yaşadığı ağaç kavuğunun
önünde durdular. “Yağmur yağmayacak demek ki,” diye
düşündü Pinokyo, “yağacak olsa salyangoz şu yaprağın üzerindeki yerini çoktan
almıştı.” Ördek Kim Bilir Pinokyo’yu dinlemiyordu. Kanatlarını Pinokyo’nun vücudunda
gezdiriyordu.
“Yeterince
pürüzsüz,” dedi Ördek.
“Yaprak
mı? Salyangoz dostum için fark etmez.”
Ördek
kafasını salladı. Salyangoz sesleri duyup dışarı çıktı. Pinokyo işaret
parmağını uzatıp onu eline aldı. “Seni görmeye geldik,” dedi Salyangoz’a.
Sümüğümsü gövdesiyle Ördek Kim Bilir’in midesini bulandıran Salyangoz,
Pinokyo’nun yüzüne gözlerini ayırmadan bakmaya başladı. Gözlerini büyütüp
Ördek’i işaret ediyordu. “Bununla ne işin var?” diye fısıldadı sonunda, “son
olanları duymadın mı?” Bu cümle Pinokyo’yu heyecanlandırdı, “Söyle,” dedi,
“hemen, hemen, hemen!”
Salyangoz
ağzını oynatmadan fısıldamaya çalıştığı için son derece gergin görünüyordu.
“Dur
tahmin edeyim, canın dostun Ördek Kim Bilir Efendi açmış ve ördek yemi
istiyormuş. Seni de gezmeye götürüyor.”
“O
kadar belli oluyor mu? Önce biblocuya sonra ördek yemcisine gideceğiz.” dedi
Pinokyo, ördek için gitgide daha çok üzülmeye başlıyordu.
“Çok
belli oluyor,” dedi Salyangoz, sesi alaycıydı ama Pinokyo kinayeleri
anlamayacak kadar üzgündü. “Geçen gün gezmeye götürdüğü son arkadaşı tavşanı
gizliden gizliye ördek yemi satan biriye takas etmiş,” diye anlattı Salyangoz. Ördek
Kim Bilir’in rengi solmaya başladı. Pinokyo onun açlıktan bayılmak üzere
olduğunu düşündü. Kanadının ucundan tutup çekiştirmeye başladı. “Hadi Ördek,
koş, koş!”
Salyangoz
arkasından bağırdı:
“Babanın
Ördek Kim Bilir ile olduğundan haberi var mı?”
“Yok,”
dedi Pinokyo, “onu iyileştirdiğimde babam benimle gurur duyacak.”
Salyangoz
kavuğuna çekildi. Pinokyo’nun dönmesini umuyordu. Ağaçlı yol bittiğinde Ördek
canlanmaya başladı. Pinokyo, “Miden o kadar boş kaldı ki, boş olmanın normal
olduğunu sanmaya başladı galiba,” dedi. Yürüyerek biraz daha zaman geçirdikten
sonra Ördek biblocunun tabelasını gördü.
“Geldik!”
diye vakladı. Pinokyo sıçradı. Yol boyu sesi çıkmamıştı. Pinokyo ise düşünceli
görünüyordu. “Keşke babama haber verseydim,” dedi, “en azından bir not
bırakabilirdim, Salyangoz haklı.”
Mahallenin
dükkânlarla dolu yoluna girdiklerinde bardaktan boşanırcasına yağmur başladı.
Ördek kanatlarıyla Pinokyo’yu sardı. “Sakın ıslanma,” diye bağırırken bir
yandan da onu iterek biblocuya doğru götürüyordu.
“Yağmur
yağdığına göre Salyangoz yola çıkar,” diye düşündü Pinokyo, “ama bunu
düşünmenin hiç sırası değil.”
Ördek
dükkânın kapısını hızla açtı. Dükkân sahibine birinin içeri girdiğini haber
verecek demir çubuklar tavandan sarkıyor ve birbirine çarpıyordu. Pinokyo
tekrar sıçradı. Tahta kukla için beklenmedik şeylerdi. Rengârenk, büyüklü
küçüklü bir sürü biblo vardı. Ahşap, alçı ve demir. Küçük insanlar, arabalar,
büyük evler ve köprüler. Tatlı çocuklar ve kocaman hayvanlar. Biblo denemeyecek
kadar büyük, canlı gibi görünen balmumu heykeller de vardı. Birebir kalıbı
alınmış ayak şekilleri, onları uygun ayakkabılarla yan yana duruyordu.
Biblocu,
biblolarla dolu geniş girişi arkadaki bilinmez odaya bağlayan kapıda göründü.
Onları bekliyormuş gibi, o iki küçük misafirini uzun rafların arkasında henüz
görmeden, “Ördek Kim Bilir ve sevgili dostu Pinokyo,” dedi ellerini çırparken,
“hoş geldiniz!”
Pinokyo
babasını ve arkadaşının açlığını unutmuş, renkleriyle büyüleyen, gerçeğe
yakınlığıyla hayrete düşüren suratlara, ellere, ayaklara ve ufak biblolara
bakıyordu. Ördek paytak adımlarla biblocunun yanına gitti. Ayaklarını dürttü.
“Hani yemler, getirdim işte,” diye fısıldadı. Biblocu ayağının yanıyla onu
itti. Şşşledi. Pinokyo bibloları
inceliyor, daha önce görmediği birçok nesneyi ve canlıyı tanımaya çalışıyordu.
Biblocu
tüm dikkatini Pinokyo’nun üzerindeki ince işçiliğe verdi. “Muazzam, nefis bir
kukla!” diye bağırdı. “Ne güzel kuklaymış, küçükmüş ama biblodan büyükmüş,
tahtadanmış ve sapasağlammış!”
Pinokyo
bakışlarını raflardan ayırmadan biblocunun parmaklarıyla incelediği kollarını
havada tutuyordu. Ördek Kim Bilir Pinokyo ile biblocunun arasına girdi. İşi
hızlandırmak istiyordu.
“Pinokyo,
burası biblocunun yalnızca görünen kısmı. Çok ama çok özel misafirlerin görmesi
için çok ama çok özel bibloların bulunduğu bölme şu kapının ardında,” dedi.
Pinokyo, “Daha önce hiç kendi boyumda canlıya benzeyen şeyler görmemiştim,”
dedi.
Ördek
Kim Bilir artık dayanamayacağı kadar acıktığında biblocunun ayak bileğini
ısırdı.
“Ahhhh!”
diye bağırdı biblocu, “unutuyordum az daha!”
“Pinokyo’nun
geleceğini tahmin ettiğim için ona arkada biblo yapımını göstereceğim harika
bir tezgâh hazırladım.”
“Bana
bir tezgâh mı hazırladın!” diye sevindi
Ördek
Kim Bilir ve biblocu da Pinokyo’nun arkasından içeri girdi. Pinokyo çoktan
tabureye tırmanmış, tezgâha geçiş yapıyordu. Biblocu Ördek Kim Bilir’e ötede
beklemesini söyledi. “İşlemden sonra, olmazsa da hiçbir şey yok,” dedi.
“Anlamadım,” dedi Pinokyo, “rahatsızlık verdiysem özür dilerim, konuşulanları
anlamıyorsam konuyu bilmiyorumdur, bilmiyorsam dinlememem gerekir, dinlememem
gerekirse gitmem gerekir.” Tabureden aşağı inmeye çalışınca Ördek koştu.
“Biblo!
Eğer Pinokyo biblo yapmazsa bir daha bu dükkânda hiçbir şey olmayacak, kim
bilir,” diye tek solukta açıkladı.
Biblocu
Pinokyo’nun masaya çıkmasına yardım etti. Pinokyo zımparalanmış tahtaları
gördü. Sonra ellerine ve ayaklarına baktı. Onunkine benzeyen yuvarlak bir
suratı ve ince, uzun burnu gördü. Büyük tezgâhın ortasında yeni bir biblo
yapımı için çalışılıyordu. Biblocu ayakta, Ördek taburenin üstünde, Pinokyo’yu
izliyorlardı. Onun az sonra canlı kukladan biblo kuklaya dönüşeceği tezgâhı
keşfi keyif veriyordu.
Biblocu,
“Denemek ister misin?” diye sordu. “İstersen biblo yapabilirsin. Hatta istersen
biblo bile olabilirsin.” dedi. Pinokyo şaşırdı, “Biblo cansız olur,” dedi,
“kukla canlı olur.”
Ördek
Kim Bilir, “Bu biblocuda her şey mümkün, kim bilir, hem kukla hem biblo hem de
Pinokyo olabilirsin,” dedi.
Pinokyo
merakına yenik düşerek isteksizce kabul etti. Bir şeyi çok merak edip hiç
istemiyorsa muhakkak yapardı. Bir saatten az süre sonra Pinokyo biblocu
tarafından kalın bir verniğe baştan sonra üç kere bulanıp kurutma makinesiyle
kurutuldu. Artık bakışlarını bile çeviremiyordu. Şapkasını çıkaramıyor, kaşınan
ayağını kaşıyamadıkça içi içini yiyordu. Tamamen kuruyunca biblocu kahkahalarla
zıpladı. Ellerini havaya kaldırıp kendine özgü şekilde dans ederek sevindi.
Ördek Kim Bilir bayık bakışlarıyla onu seyretti. Hiç yapamadığı kadar yükselip
kanatlarıyla biblocunun yüzüne vurdu. Biblocu hiç tepki vermeden tezgâhın
altından ördek yemi çıkarıp Pinokyo’nun yanına koydu. Pinokyo kıpırdayamasa
bile olup biteni görüyor ve Salyangoz’un imalarını daha yeni anlıyordu.
Biblocu
Pinokyo’yu alıp vitrine götürdü. Hava kararmıştı. Mahallenin sarı, turuncu
ışıkları biblocunun rengârenk vitriniyle birleşince festival gibi görünüyordu.
Vitrinin en parlak ve belirgin yerine Pinokyo’yu yerleştirdi. Yağmurun artık
nadiren düştüğü yolda, tam vitrinin önünde bir çift eski ayakkabı belirdi.
Pinokyo sadece ayakkabıları görebiliyor, bakışlarını yukarı kaldıramıyordu.
Neyse ki ayaklarının sahibinin yüzüne bakmasa da kime ait olduklarını
biliyordu. Ses çıkaramadı. Zıplayamadı. Bağırıp sevinemedi. Arkadan sırtındaki kabuğu
iterek ayakkabıların yanına yaklaşan Salyangoz Pinokyo’yu ikinci defa mutlu
etti.
Tavandan
sarkan çubuklar birbirine çarptı. Biblocu bu defa gelenin kim olduğunu bilmeden
kapıya yöneldi. Vitrine en nadide biblosunu koyar koymaz iki müşteri geldi,
diye düşündü. “Buyurun beyefendi ve Salyangoz,” dedi. Gebetto kızarmış
yanaklarının ardında kavrulan öfke topunu ses tonuna yansıtmamaya çalışarak,
“Biblo kukla da nereden geldi?” diye sordu. Biblocu yeni ürününün bu kadar
çabuk fark edilmesine sevinirken onu birine
benzetiyor olmalarından çekiniyordu. En iyisi onu sahiplenmekti. “Benden,”
dedi tedirginlikle ellerini birbirine dolarken, “ellerimden çıktı.” Gebetto
dudaklarını sıkıyor, konuşmak için zorlanıyordu. “Senden çıktıysa söyle
bakalım; bacağının arkasında onu oyduğun bıçak nasıl bir iz bırakmıştı?”
“Yılana
benzer bir çizgi,” dedi, “tilkininkine benzer kulaklar ve ayınınkine ben
pençeler var.” Gebetto burnundan solumaya başladı. Pinokyo gözlerini
ayıramadığı asfaltı ezberleyerek bacağının arkasını düşünüyordu. Orayı hiç
görmemişti. Babası ona bacağının arkasından hiç bahsetmemişti.
“Hiçbiri,”
dedi Gebetto, “Pinokyo’da hiç bıçak izi yok.” Biblocu’ya doğru bir adım attı.
Biblocu da geriye doğru bir adım attı. Salyangoz iki santim kadar süründü.
Ördek Kim Bilir’den nam nam nam sesleri
geliyordu. Biblocu hiddetlendi. Dükkânındaki bibloların ve kuklaların nasıl
olup da bu kadar canlı göründüklerinin anlaşıldığını biliyordu. Gebetto’yu
tehditle savuşturmak istedi. “Seni de buraya dikerim,” dedi, “vitrinde kıytırık
oğlunun yanında yıllarca ayakta beklersin, kimse de senin buruşuk suratını alıp
evine götürmez,” dedi. Salyangoz sessizce ilerlemeye devam etti. Amacı
Biblocu’nun ayağını kaydırıp düşürmekti. Gerçek bir beyefendi olan Gebetto’yu
ve pek saf Pinokyo’yu buradan kurtarmak için her şeyi yapardı. Her şey çoğu kez çoğu şeyden daha tehlikeli bir
kelimeydi.
Gebetto,
Pinokyo’yu almadan gitmeyeceğini söyledi. O ahmak Ördek’i de, seni de
mahvedeceğim, dedi. Pinokyo donup kaldığı yerden gururla omuzlarını kabartmak
istedi ama yapamadı. Babası onun için her
şeyi yapmaya hazırdı. Salyangoz sessizce ilerlemeye devam etti. Gebetto
Biblocu’nun üstüne gidiyordu, biblocu ise geriye. Salyangoz hızlandı. Gebetto
yavaşladı. Biblocu hızını kesti. Ördek Kim Bilir canlanmış kanatlarıyla şişmiş
göbeğini ovuşturarak arka odadan çıktı. Gebetto, oğluna dost gibi görünen Ördek
Kim Bilir’i görünce kendine hâkim olamadı. Salyangoz’un anlattığı kadarıyla
neler olduğunu biliyordu. Ördek’in üstüne sıçradı. Tüylerine yapıştı, “Oğlumu
çabuk eski haline çevir gagası kopasıca,” dedi. Biblocu bu anı fırsat bilip
kaçacakken Salyangoz’a bastı. Kabuğun parçalanma sesi Gebetto’yu, Ördek’i ve
diğer tüm sesleri kesti. Biblocu ilk önce hareket edemedi. Sonra, hızla
dükkândan çıktı. Gebetto yere kapaklanıp Salyangoz’un kırık kabuğunun altından
vücudunu bulmaya çalışıyordu ki Ördek Kim Bilir de kanatlarından tüy saçarak
dükkândan çıktı.
Salyangoz
artık orada değildi. Ruhen.
Gebetto
günlerce dükkândan ayrılmadı. İlk önce oğlu Pinokyo’yu zımparalayarak vernikten
kurtardı. Sonra ikisi birlikte dostları Salyangoz için iki kişilik bir tören
düzenlediler.
Var
olan tüm zımparaları kullanıp yüz kat vernikle dondurulmuş canlı kuklaları günlerce
süren uğraşlar sonu kurtarmışlardı. Dükkândaki tüm kuklalar biraz incelmişlerdi
ama artık kıpırdayabiliyorlardı. Ne Biblocu ne de Ördek Kim Bilir bir daha
görülmedi. Gebetto dükkânı Pinokyo ve arkadaşları için Kuklalar Cemiyeti olarak
yeniden düzenledi. Yılın “Salyangoz Anısı” günü tüm canlı kuklalar Biblocu’da
toplanıp zımpara partisi vermeye başladılar
Derin Manavoğlu&Elif Şeyda
Doğan
Yorumlar
Yorum Gönder