Hazinenin Tanınmayan Hükümdarı


Küflenmiş lahana sarmalarının dizili olduğu tencere ocağın üstünde. Mutfağın önünde geçiyor. Annesinin yazlığa birkaç gün önce evden getirdiği sarmalara hiç dokunulmadı. Yolda yemek için yanlarına aldıkları peynirli börekler yufka özlü taşlara dönüşmüş. Her biri özgürlüğün insanlarca ne kadar abartıldığını düşünüyor. “Biz kendi halimize bırakıldık da ne oldu? Ne yapacağımızı bilemedik, çürüdük,” diyor lahana sarmasının tenceresinin kapağı. Ardından, buzdolabı sessiz evin uykusunu açmak ister gibi çıtırtılarla geriniyor, “Hep öyle kal,” diyor, kıs kıs gülerek. Tencereyi ilk gördüğü andan beri sevmiyor.
Ahtapot bacaklarıyla boğazınızın sıkılmasıyla bu ağır çürük ve küf kokuları altında nefes almak aynı şeyler.  Adımlarını, uyandırmamak istediği canavarın kulağının dibinden geçiyormuş gibi temkinli atan çocuk evin içinde süzülüyor. Bir elinin baş ve işaret parmaklarıyla burnunu mandallamış. Ağzından nefes almaktan dudakları kurumuş. Birkaç adımda bir dilini çıkararak dudaklarını ıslatıyor. Dilinin ucunda çatal, nefesinde de cılız bir tıs sesine rastlasak yılana benzerdi. Gün aymadan biraz önce odasından başlayan yolculuk evin öteki ucuna doğru devam ediyor. İyi sonlu masallara inanmayacak kadar aklı başında, canavarların gerçek olmayacağını bilecek kadar hayalleri yere yakın. Yine de, tatilin henüz dördüncü günü annesi ile babasını uyandırmayacak kadar kendini seviyor. En vahşi hikâyenin önde gelen insafsız anti kahramanı çocuk gürültüsüyle erken uyandırılmış anne ve babadan daha kötü olamıyor.
Merdivenler mayınlı arazide gezilir gibi çıkılıyor.
“Merdiven sonundan sola dön, sağdaki koridorun sonundaki karanlık oda,” diye tarif ediyor hafızası. “Benim hazinemi bana gösterecek, pislik,” diye cevap veriyor.
Nihayet ayak parmaklarına daha fazla eziyet etmeden, ayaklarının tamamıyla yere basıyor. Hedefe ulaştı.. Arka odanın zeytin ağaçlarına bakan pencerenin pervazındaki oyukta biriktirdiği paraların yanı. Bu oda, evin ikinci katının ucuna denk geldiği için tavanın çatının eğiminden oluşuyor. Camı bir gizi örter gibi kaplayan zeytin ağacının güneşte yanan yaprakları, odaya daha fazla ışık girmesini engelliyor. Kalbinin atışı aşağıdaki küflü mutfaktan bile duyulan çocuk, dışarıdan bakıldığında kendi kendine bir kavgaya tutuşmuş gibi görünüyor. Oysaki, peşindeki gücün üstesinden gelmek için girdiği mücadele epeyi çetin. Odanın içindeki hazinenin koruyucuları, çocuğu en son geçen yazın yine ilk günleri gördükleri için olsa gerek, tanıyamıyorlar.
“Yalnızca hükümdara,” diyor bir ses. Kuyunun dibine atılıp sesi zor durulan taşın yanından konuşuluyormuş gibi, derinden ve yankılı.
“Hazinenin hükümdarı geldi,” diyor çocuk, omuzlarını yükseltip göğsünü şişirerek.
Tanınmamaktan korkarak. Odanın ıssızlığında ve karanlığında bir fırtına kopuyor. Koruyucuların üfürmesi ile oluşan akım çocuğu geldiği koridorun başına, merdivenin yanına yeniden fırlatıyor. Çocuk, demir paralardan oluşan hazinesini almak için tatilin dördüncü gününe dek beklemiş, anne ve babasını uykuda, kendisini ayakta bulduğu ilk sabah, hazinesinin koruyucularına hükümdarlarını hatırlatamıyor. Güneş kendini göstermeye başladığında cesaretini toparlayıp odaya yeniden koşmaya çalışıyor. Koridorun ortasına, boşluktan oluşan duvara çarpıp gerisin geri düşüyor. Hâlâ kulağında yankılanan, “Yalnızca hükümdara,” sesi zihnini tırmalıyor. Duydukları dudaklarına sızınca, “Hükümdara, hükümdara…” diyor. Bazen kekeleyerek, sertçe yutkunarak. Baygınlığı son bulduğunda burnunu kaçmak üzereyken yakalıyor. Hemen üstünü kapatıp uzandığı yerden kalktığında yatağın başında annesi ile babasının çatılmış kaşların yer aldığı gergin yüzleriyle karşılaşıyor. Yeniden küf ve çürük imparatorluğunun bulunduğu aşağı katta, buzdolabının kıkırdamasıyla, tatilin dördüncü günü böylece başlıyor.
Elif Şeyda Doğan

Yorumlar

Popüler Yayınlar