Mezar Uğrusu Gece Gezeni’nin Tükenmez Uykusu ve Baş Ağrısı
Bu öykü, Kayıp Rıhtım Aylık Öykü Seçkisi'nin "Gulyabani" Temalı 105. sayısında yayınlanmıştır. Beklenmedik bir anda karşınıza çıkması kuvvetle muhtemel varlıklar hakkında konuşmaktan zevk duydum. İçeride acayip öyküler var. Gulyabanileri hiç böyle görmediniz. Aslında zaten hiç görmediniz. Böyle devam edin. Ve şöyle devam edin.
Memnuniyetsizlik,
sadece yüzünden oluşan bedeninin her noktasına yerleşmişti.
Mezar Uğrusu’nun adı sürekli şekil değiştiren ve bir görünüp
bir kaybolan ellerinin uzanabildiği en derin mezarları çalmadıkça
unutulmaya başlamıştı. Geceleri seçilmeyen upuzun, şekilsiz
kostümünün altında hiçbir şey yoktu. Sadece, gerçek bir bedeni
olsaydı, titreyen çenesinin altında tedirginlikle kaynayan bir
göğüs kafesi bulabilirdik. Gece Gezeni’nin yeni bir mezar çalıp
ruhunun terk ettiği tekinsiz diyardaki varlığını yeniden
canlandırması gerekiyordu. İçine düştüğü karanlık, içinde
doğup büyüdüğü gecelerden daha derin, zamandan bağımsız,
ulaşılmazdı. Kontrolü kaybeden bir Mezar Uğrusu bereketli
topraklarda yeniden ava çıkamazdı. Uzun zamandır hiçbir canlıyı
ölüme götürmemiş, hiçbirini ölümden çalmamıştı. Tükenmez
uykusu ve baş ağrısı, kavgaya tutuşmuş iki çığlık gibi
yavaş yavaş onu ele geçiriyordu.
Gece
Gezeni, günlerdir uyuyamamış, mezar çalamamış, adını
unutturmaya başlamıştı. Vadesinin dolduğunu ruhunun emilmeye
başlamasından anlıyordu. O ve o
gibilerin dünyasında
böyle işliyordu. Her an mesaideydiler. Kazandıkları tek şey
kazanılan mertebeler ve can böcekleri ölmemiş ruhlarıydı. Gece
Gezeni ise sahip olduğu her şeyi kaybetmek üzereydi. Uzun zamandır
beklediği haber Gece Kuşları’nın kokmuş gagaları aracılığıyla
kulağına üflendi. Derin Dünya’dan gelen bir emirle Ulu Gece’nin
huzuruna çağırılıyordu.
İnsanların
dünyasındaki verimli topraklarda her şey onların istediği gibi
gitmiyordu. Göremedikleri kimselerin de hüküm sürdüğünü
bilseler, delirirlerdi. Ama gecelerin ve gündüzlerin ayrı ayrı
sorumluluları vardı. Bunlar, Derin Dünya’nın sahibi Ulu Gece
ile Güneş Yüzü’nün sahibi Ulu Güneş’in gölgesinde
gerçekleşirdi. Derin Dünya’da hep gece vardı. İnsanların
dünyasında gece yaşanan tüm tedirginliklerin sorumlusu Derin
Dünya mensuplarıydı. Gündüzleri insanların başına gelen her
şey, Güneş Yüzlülerden sorulurdu. Birinin başına güneş geçse
dahi, Ulu Güneş’in varlıklarından hesap sorulurdu. Gece Gezeni,
efendisi Derin Dünya’nın sahibi Ulu Gece’nin yanına
çağırıldığında, gecenin huzuruyla kavuşmayı umuyordu.
Gece
Gezenleri, çoğu gulyabaniler soyundan oluşan Derin Dünya
vatandaşlarının insan dünyası sorumlularıydı. Şöyle desek
daha iyi anlatmış olacaktık: Mezar Uğruları, kendini gece gezeni
olarak tanıtırdı. Diğer görevleri ise yolcuları yollarından
alıkoymak, gece uykularını mahvetmek ve günleri uzatan Güneş
Yüzlüleri gördüğünde savaş açmaktı.
Ona
haberi getiren Gece Kuşu’nun kanadına takılmış uzun zamandan
beri ilk kez evine gidiyordu. İçinde beslememesi gerektiğinden
emin olduğu bir heves vardı. Evine çağırılmıştı. Bu birçok
anlama geliyor olabilirdi. Uğursuzluğu fark edilmiş olabilirdi.
Son teknolojiyle yapılmış tariflerle üretilen büyü tedavilerine
başlanabilirdi. Derin Dünya’nın efendisi bir gece rüyasında bu
görevin onun ruhuna uygun olmadığını görmüş olabilirdi. Gece
Gezeni, kendisini Ulu Gece’nin rüyasına girebilecek kadar önemli
görüyorsa sorun sadece bu bile olabilirdi.
Gece
Gezeni insanoğlunun dünyasından kendi dünyasına geçiş yaparken
kapıda bekleyen Gece Cüceleri’nden Ulu Gece’nin en sevdiği
kelimeyi sormuştu. Güya Ulu Gece’nin aklını çelecek, gönlünü
bu şekilde kazanabilecekti. Gece Cüceleri ise bu isteğe karşılık
olarak, “Yani şimdi işe yaramaz avcının teki efendimizin
bildiği eski dili bilecek,” cümlenin yarısında cücelere
yaraşır kıkırdamalar, “ve üstüne bir de eski dilde gece
bekçisi kelimesini
bilecek.” Cümlenin sonuna gelindiğinde Gece Gezeni için cevap
çoktan verilmişti. Cüceler, mezar uğrusu malzemelerini teslim
ederek içeri girmesini söylediler. Bu, kendi evinizin kapısında
anahtarlığınızı, cüzdanınızı, giysilerinizi bırakıp içeri
girmeniz demekti. Gece Gezeni, “Keşke uğursuzluğumu da size
bırakabilsem yerin dibine geçesiceler,” dedi, sanki yeterince
yere yakın değillermiş gibi.
Gece
Gezeni geniş kemerindeki ceplere takılmış kazı malzemelerini,
insanların sevmediği kâbus tozlarını, Derin Dünya’dan
olduğunu anlatan kolyesini bile kuşun üzerinden inmeden cücelerin
önüne attı. Gece Kuşu da uygun bir yerde onu üzerinden attı.
Aracıların bile saygı göstermediği avcı Gece Gezeni, evine
gelmişti. Ulu Gece’nin karşısına çıkarılmak üzere Gece
Kuşu’nun onu bıraktığı yerden alınmıştı. “Uzun yoldan
geldin, bir şeye ihtiyacın var mı?” diyeni bilme çıkmamıştı.
Uğursuzluğun fitilini böylece ateşleyivermişlerdi. Diğer aracı
Gece Kuşları, esnek kanatlarıyla Gece Gezeni’ni kulaklarından
yakaladılar. Onu iki taş kolon ile ayrılan Derin Dünya’nın
dokunulmazlık alanına getirdiler. Normal şartlar altında buraya
girebilmek için önünüzde Derin Dünya vatandaşlarından oluşan
yaklaşık bin kişilik bir sıraya girmek gerekirdi. Yalnızca
dokunulmazlığı olanlar ile başı belada olanlar bu şekilde
girebilirdi.
Ulu
Gece görkemli bir görünüme sahip olmamasına rağmen bakışıyla
hizaya getiren biriydi. Gece Gezeni’nin onunla tanışması,
babasının bir gece boyunca bir tane bile mezar çalamayıp sabaha
karşı Ulu Gece’nin gazabına uğradığı haberini almasıyla
gerçekleşmişti. Gece Gezeni ufak bir çocukken babası onu bir
mezar uğrusu olarak yetişmemesi için Ulu Gece’den saklamıştı.
Derin Dünya’da hiçbir şey Ulu Gece’nin görmediği,
ulaşamadığı, bilmediği bir yerde, hatta içinizde saklı bir
köşede bile duramazdı. Babası, Yont, bir şeyi yürekten isteyen
herkes gibi kötü ihtimalleri aklına bile getirmiyordu. Büyük
Mezar Uğrusu Yont, oğlu Gece Gezeni’ni tüm evrenin sahibi olan
kimse gelse dahi kapıyı açmaması, ses etmemesi için tembihleyip
ava çıktığı bir gecenin sonunda geri döndüğünde her şey
bitmişti. Yont uzun süredir hiçbir mezarı topraktan çalamamış,
Ulu Gece’nin ruhunu doyuramamıştı. Üstelik hatırladığı
kadarıyla Gece Gezeni’nin Derin Dünya’ya doğuşundan beri,
bunu başaramıyordu. Her bebek bereketiyle gelmiyordu. Kimisi de
gözeneklerinde sakladığı uğursuzluğuyla doğuyor, büyüdükçe
onu besliyor ve etrafa saçıyordu. Yont’un Derin Dünya’ya, daha
doğrusu Ulu Gece’ye veremediklerine karşılık olarak Gece
Gezeni’ni alınmıştı. Babasının Derin Dünya ile tüm
bağlarını koparmış, insanoğlunun dünyasına başka bir diyara
bağlı olmadan gidemeyeceğini bildiği için başka bir ceza
düşünmemişti. Yont ise Güneş Yüzü’nün sadık
hizmetkârlığına mecbur kalmıştı.
Gece
Gezeni nasıl olur da babasına bile sirayet eden bu lanetten
kurtulup Ulu Gece’nin istediği gibi bir avcı olacağını
bilmiyordu. Derin Dünya’dan gelen emirle onun huzuruna
çıkarılmasını fırsat bilip bu soruyu sormayı kuruyordu. Ulu
Gece’nin huzurunda olup da o dilini çözmeden bir soru sormaya
yeltenmek, Derin Dünya’nın en gözü kara savaşçılarının
bile yapmayacağı şeydi. Gece Gezeni, arkasında duran, onu
sırtında taşıyıp bekçilerin gölgesinde Ulu Gece’nin
karşısında dikilmişti. Dilinin çözülmesine dair bir emir
aldığını kimse duymamıştı. Ama Gece Gezeni, “Derin Dünya’nın
Efedisi’ne soracaklarım var,” dedi. Ulu Gece, tedirginlikle
ortalığı yıkmasını bekleyen tüm Derin Dünyalıların
beklentilerini boşa çıkararak, Gece Gezeni’ne yaklaştı.
Pürüzlü sesiyle kulakları gıcırdatarak, “Babanı,” dedi,
Gece Gezeni artık gözlerini kırpmıyordu, “emrimdeki tüm gece
gezenleri arıyor. Hiçbiri senin baban olduğunu bilmiyor. Güneş
Yüzü’nün emrindeki bir köpek sanıyor bile olabilirler. Yont,
ah Yont… Geçmişteki sadık avcım şimdi oğlunun uğursuz bir
piç gibi hiçliğe bırakılmasına yol açtığından habersiz.”
Gece
Gezeni, böyle aşağılık bir cevap karşısında gözlerine yemin
ettirmişti. Ulu Gece’ye huzur verecek tek bir damla gözyaşı
dökmeyecekti. Ve gözlerine tekrar yemin ettirmişti. Ulu Gece’nin
ölümünü kendi ellerinden görecekti. Kendine, “Düşünme,”
dedi, “sen ne düşünürsen onun da aklına aynı fikir doğar.”
Gece Gezeni aç, susuz ruhunu kinle beslerken Ulu Gece yaptığı
hazırlıklarla ilgileniyordu. Daha önce tembihlenmiş aracı
cüceler Gece Gezeni’nin anılarına savaş açacak borazanı
üflemişlerdi. Güneş Yüzü’nden görüntüler Gece Gezeni’ne
gösterilmek üzere oynatılıyordu. Babası Yont’u en son sağlam
kollarıyla gulyabani türünün en hevesli mezar uğrusu olarak
hatırlıyordu. Gece Gezeni’ni hayata bağlayan tek şey, babasının
bildiği son haliydi. Ulu Gece’nin izlettiği görüntüde Yont,
Güneş Yüzü’nün sağ arka çaprazında, dizlerinin üzerine
çökmüştü. Ellerinde kalan son kirli güçleri gece gezenlerinin
aleyhine kullanıyordu. Günleri uzatıyor, toprağı
sağlamlaştırıyor, güneşi ısıtıyordu. Ölülerin kemiklerine
güç katıyordu. Ulu Gece’nin amacı Gece Gezeni’ni babasına
düşman edip günlerin uzamasına karşı hırslanmasını
sağlamaktı. Bu şekilde babasının sonunu yaşamaktan korkacak,
yüzyıllar önce toprağa iyice oturmuş mezarları bile çalacak
istekle dolacaktı.
Ulu
Gece’nin düşündüğü gibi olmadı. Gece Gezeni, Derin Dünya’nın
ondan aldığı her şeyi, babasını, geri kazanmak için
tutuşuyordu.
*
* *
Günler
uzamaya başlamış, Gece Gezeni için her şey olduğundan daha zor
bir hâl almıştı. Kendisinin bile göremediği, yakasına yapışmış
bir çeşit lanet, kara büyü, uğursuzluk ya da insanoğlu buna ne
diyorsa kirli gücüne el koymuştu. Derin Dünya’dan döndüğünden
beri efendisinin söylediklerini düşünüyordu. En geç yarın
haberci kuşlarla kararını bildirmesi gerekiyordu. İki ihtimal
vardı. Ulu Gece, Mezar Uğruluğu görevini Gece Gezeni’nden geri
alıp onu hiçlikte boğulmak üzere yalnızlığa mahkum edecekti.
Diğer ihtimal ise bundan daha umut verici gözükmüyordu. Gece
Gezeni ya ömrü boyunca çaldığından daha çok mezarı Ulu
Gece’ye kararlaştırılan bir gecenin sonunda sunacak ya da
sonsuza dek Güneş Yüzü’nün emrine geçecekti. Bu, babası
gibi, günleri uzatmakla görevli olması, bir diğer deyişle tüm
gece gezenlerinin düşmanlığını kazanması demekti. Derin
Dünya’ya ait olan bir şeyin Güneş Yüzü’ne gönderilip huzur
bulması mümkün değildi. Babasının yaşadığı zorluklar,
tahmin edilerek anlaşılacak kadar kolay şeyler değildi. Gece
Gezeni çocukluğundan beri onunla konuşmamış olsa bile orası
hakkında anlatılanlar ışığında bunu bilebiliyordu.
Yarın
oldu. Gece Gezeni, haberci kuşun kanat çırpma seslerini duyduğunda
henüz bir karara varabilmiş değildi. Çünkü karar vermesi
gereken sürede Ulu Gece’ye müstahak olan bir ihanet planı
yapmakla meşgul olmuştu. Hiç kimseye, kapıdaki cücelere
bıraktığı mezar uğrusu ve avcı malzemelerine bile ihtiyaç
duymayan genç bir gulyabani olarak Derin Dünya’yı bozguncuların
elinden kurtarabilecekti. Tek ihtiyacı olan şu uçan Derin
Dünyalılardan birini Ulu Gece’ye karşı doldurup kendine
yardakçı yapmaktı.
“Derin
Dünya’nın Efendisi Ulu Gece’den haber var. İki taş kolonun
arasından Derin Dünya’nın sadık avcısını ilgilendiriyor.
Buraların gece gezeni sen misin?”
“Burada
senin gibilere kuş beyinli dediklerini biliyor musun? Ne gibi
duruyorum, insan mı?”
On
saniye önce verdiği karara hiç de denk düşmeyen bir diyalogun
ardından kuş alınmış gibi görünüyordu. Sesi düşmüş,
kanatlarını iki yanına iliştirmişti. Gagasındaki haber kâğıdını
Gece Gezeni’nin önüne tükürdü. Derin Dünya dilinde, Ulu
Gece’nin kargacık burgacık yazısıyla yazılmıştı. Gece
Gezeni’nin kararını Gece Kuşu’na yazılı şekilde bildirmesi
gerektiği yazıyordu. Bunu insanoğlunun dünyasında sadece Gece
Gezeni okuyabilirdi.
Gece
Gezeni, elini alnına koyup habercinin sabrını tüketiyordu. “Ah,”
dedi içlenerek, “sen bunları hiç hak etmedin.” Gece Kuşu,
“Yazık,” diye düşündü, “kendisini teselli etmek yine
kendisine düştü herhalde.” Gece Gezeni başını kaldırıp kuşa
baktı, “Derin Dünya’daki hayatının son günü olduğunu
bilseydin büyülü yemlerle sulardan biraz stok yapardın, öyle
değil mi?”
Gece
Kuşu sorunun muhatabının kendisi olduğunu anlamamak için
gulyabani türünün insanoğlunun dünyasında korkutmaya çalıştığı
bir başkasının etrafta olup olmadığına baktı. Hayır, Gece
Gezeni iyi saklanmıştı. İnsanoğluyla sadece gece uykularında
ilgilendiğini de biliyordu. “Ben mi,” dedi, “beni mi
kastediyorsun?” Gece Gezeni soruyu cevaplamak yerine haberi okumaya
başladı. Sizin anlayacağınız yeni bir haber uydurmaya başladı:
“Sevgili
Gece Gezeni Liyot,
En
sevdiğim avcım olduğunu belirtmek isterim. Babana yaptığım
haksızlıklardan sonra senin gibi yiğit, aklı başında, seri
mezar kazıcı bir uğruyu işinden edecek değilim. Hak verirsin ki,
Derin Dünya Efendisi olmak kimi zaman aklımı karıştırıyor.
Sana sunduğum iki seçeneği unut. Bu haberi gönderdiğim haberci
kuş tamamen senin emrinde. Artık onun efendisi Ulu Gece değil.
Bizzat sensin. Bunu ona da bindirmeni rica ederim. O, söylediklerine
inanmak için teyit etmek isteyecektir. Sana benim en sevdiğim
kelimeyi soracaktır. Ona bu kelimenin ‘Ases’ olduğunu
söylersin. O zaman sana kuşkusuzca inanacak ve bundan sonra sırf
senin gönlüne göre kanat çırpacaktır. Babanı bulmak
niyetindeysen Derin Dünya malzemeleri hizmetindedir. Onları Gece
Kuşu sana getirebilir. Ona söylemen yeterli.
Yolun
açık, avın bereketli olsun.
İmza
Derin
Dünya Efendisi Ulu Gece.”
Gece
Gezeni elindeki kâğıdı indirdiğinde haberci kuşun
kanatlarındaki tüyleri kabarttığını gördü. Komutanının
karşısında emir bekleyen er gibi gururla göğsünü dikmişti,
“Yeni efendim Gece Gezeni Liyot’un ağzından çıkan her kelime
benim için emirdir efendim,” dedi. Gece Gezeni, “Bir Derin Dünya
efendisinin anahtar kelimesi neden bu olur, söyler misin?” dedi,
Derin Dünya’ya dair bir ipucu ya da işlerini kolaylaştıracak
bir şey öğrenmek istiyordu. Gece Kuşu, Ases’in Derin Dünya
tarihinde görev almış, gelmiş geçmiş en gözü kara, ölümsüz
gece bekçisi olduğunu söylemişti. Onu yanına aldın mı cevapsız
kalacak sorun, ışıksız kalacak yolun olmaz diye de eklemişti.
Gece
Gezeni Liyot gibi uğursuzluğun içine doğan, hayatı boyunca doğru
düzgün iki adım atamayan biri için işlerin bu kadar yolunda
gitmesi, sonundan korkutmaktan başka bir işe yaramıyordu. Yont’u
bulsun, gerisi önemli değildi. Derin Dünya, Ases, Ulu Gece, hatta
mezar uğruluğu... Hiçbiri. Dikkat etmesi gereken şey babasını
kurtarana kadar Derin Dünya sınırlarına girmemesi gerektiğiydi.
Ulu Gece, zihninizi çocuk kitabı okur gibi kolayca okur, anlardı.
Gece Gezeni’nin zihninde okuyacağı şey sadece kendi sonu olurdu.
*
* *
Ulu Gece geri dönmeyen Gece
Kuşu’nun arkasından yeni bir tanesini, dönmeyen diğerinin
arkasından iki savaşçı cüceyi göndermişti. Gece Gezeni aynı
masalı yeni gelenlere de anlatmıştı. İlk gelen Gece Kuşu’nu
kendisine şahit gösteriyordu. Ulu Gece’nin anahtar kelimesini
söylediğinde Derin Dünya’dan kim gelirse gelsin Liyot’un
sözlerine inanırdı. Gece Gezeni’nin istediği ise daha fazla kuş
ya da cüce değildi. Ona lâzım olan Ases’in kendisiydi. İki
savaşçı cüceyi bir kuşla Derin Dünya’ya göndermeye karar
verdi. Olanları bildikleri kadarıyla anlatacaklardı. Ases’i
insanoğlunun dünyasına gece bekçiliği için getireceklerdi.
Derin Dünya’ya girdikleri anda
Ulu Gece’nin emrindeki diğer bekçiler tarafından alıkonuldular.
Gönderilen diğer bekçi ve kuşların neden geri dönmediğini, o
lanetli dünyada neler olduğunu, Liyot’un ne karar verdiğini
sordular. Gece Gezeni’nin emrinde olduğunu söyleyen bekçi ve
kuşlar bundan başka hiçbir cümle için ağızlarını açmadı.
Ulu Gece, Derin Dünya’ya hükmettiği süre boyunca hiçbir
gulyabani soyunun başkaldırısına şahit olmamıştı. Ne yapılır,
ne edilir bilmediği için en güvendiği Derin Dünya’lıya
danışacaktı.
Ases, gece bekçilerinin önde
geleni olarak Derin Dünya’nın güven ve intizamını sağlamakla,
diğer dünyaya gidenlerin gece görevlerini düzenlemekle meşguldü.
Efendisi Ulu Gece’nin onunla görüşmek istediğini öğrendiğinde,
en son yarım yüzyıl önce bir efendinin huzuruna çağırılmıştı,
dünyasının başına ne geldiği konusunda telaşlıydı. Üstelik
o Ulu Gece’ye götürülmüyordu. Efendisi kapısının önünde
içeri alınmayı bekliyordu. Ases yeni bir nefes alacak zamanı bile
kaybetmeden Ulu Gece’yi içeri buyur etti. Minderlerle yükselttiği
ahşap sandalyesine oturttu. Önünde iki dizinin üzerine çöktü,
“Emriniz?” dedi. Ulu Gece avuç içi havaya bakacak şekilde
elini yukarı doğru kaldırdı. Ases’in önünde eğilmesine gerek
yoktu. Zira Derin Dünya efendisi gibi saygı görmesi için işe
yaramaz bir avcıya bekçi ve kuşlarını kaptırmaması
gerekiyordu. Ases bu açıklamayı yeterli bulmayıp doğrulmayı
reddetti.
Ulu Gece olup biteni anlattığında
Ases dizlerindeki gücü de kaybetmiş, tamamen kıçının üstüne
inmiş ve bağdaş kurmuştu. Derin Dünya’nın çekilen ilk korku
filmi anlatılıyor olsaydı ancak bu kadar etkili olurdu. Yont’u
tanırdı. Bir oğlu olmadan önce ne çetin bir savaşçı, ne
inatçı bir mezar uğrusu olduğunu hatırlardı. Derin Dünya
cadısından çocuğu olan herkes gibi sonsuz bir lanete, tükenmeyen
bir uğursuzluğa teslim olmak zorunda kalmıştı. Yont ile birlikte
büyümüş, omuz omuza Güneş Yüzü’yle savaşmıştı. Şimdi
Ases hâlâ Derin Dünya’nın emrindeyken Güneş Yüzü’nün en
iyi savaşçısı ve gün uzatıcısı Yont ve dünyadaki nankör,
lanetli oğlu Liyot için bir savaş planı yapmalıydı.
Ulu Gece Ases’e
güvenebileceğini biliyordu ama Gece Gezeni Liyot’un yılan gibi
kıvrılan zekâsından habersizdi.
*
* *
Derin
Dünya’da geceler hızla geçiyor, Ases, Ulu Gece’nin
görücülüğünden yararlanıp insanoğlunun dünyasını izlemeye
çalışıyordu. O dünyadaki tüm gulyabani soylulara haber
verilmiş, bir gece boyunca sayım yapılmıştı. O gece boyunca
dünyadaki kimsenin gulyabanilerle karşılaşmaması, hiçbir
yolcunun onlar tarafından rahatsız edilmemesi, hiç mezar
çalınmaması dikkat çekmişti. Ama insanların şikâyeti yoktu.
Derin Dünya’daki bir gece uzunluğu, insanoğlunun dünyasındaki
üç güne denk düştüğünden Liyot’un saklanmak için zamanı
olmuştu.
Ases’i
getirmesi için gönderdiği bekçi ve kuş geri dönmeyince artık
evine asla dönemeyeceğini, başka bir şekilde babasını
kurtarması gerektiğini anlamıştı. Yanındaki bir cüce ve iki
kuşla ne yapabilirse yapmalıydı. O da çoktan dünyadan
ayrılmalarını emretmişti. Gece Gezeni Liyot bir kuşun üstünde,
cüce bekçi diğer kuşun üstünde küf kokulu bulutların
arkasından yükseldikçe yükselmişlerdi. Kuşlar, bu dünyadan
sadece Derin Dünya’ya ve Güneş Yüzü’ne gitmeyi biliyorlardı.
İkisine de gidemezlerdi. Yapabildikleri tek şey hiçlikte asılı
kalmaktı. Kanatlar boşa alınmış, öylece kendi çevrelerinde
dönüp duruyorlardı. Gece Gezeni Liyot tek bir damla uykuya hasret
kalmıştı. Baş ağrısı bir bilmecenin cevabını almadan
gitmemeye inat eder yaramaz bir çocuk gibi kafasının içinde
tepiniyordu.
Ases,
Ulu Gece ya da hiçbir Derin Dünyalı onları zihinlerinde
göremezdi. Derin Dünya’da seferberlik ilan edildiğine şüphe
yoktu. İnsanoğlunun dünyasındaki güç savaşında Güneş Yüzü
çoktan öne geçmişti. Gündönümü üzerinden uzun zaman geçmiş
olmasına rağmen geceler hâlâ son derece hızla kısalıyordu.
Güneş
Yüzü’nde Yont’un başarısı kutlanıyordu. Nasıl olur da
gecelerin uzamasına yönelik hiçbir şey yapılmıyordu? Mezar
uğruları neden üç gündür hiç mezar çalmamıştı. Yüzlerce
gulyabani soylusu, Ulu Güneş’in merceğinden görülmeye
çalışılmıştı. Eskiden olsa bin gün sürecek bir uğraş
sonucu rastlayabilecekleri bir gulyabani görecek olan Güneş
Yüzlüler tüm gulyabanileri aynı yerde toplanmış halde buldu.
Aracısından kuşuna, cücesinden mezar uğrusuna herkes, gulyabani
soyundan olan hepsi oradaydı. Üstelik gündüz vakti sonsuz gibi
görünen bir vadide sayılıyordu. Yont’un kalbi hızlandıkça
hızlandı. Neredeyse ölümsüzlüğü bir kenara bırakıp oracığa
yığılıverecekti. Liyot’unu görebilirdi. Gece Gezeni oğlu,
Liyot neredeydi? “Nerede? Liyot! Ulu Güneş, Liyot?” diye
çırpınmaya başladı. Günlerin sınırsız şekilde
uzayabilmesinin Yont’la alakası olmadığını anlayan Ulu Güneş,
kedi kovar gibi bir el hareketiyle gün bekçilerine onu götürmesini
söyledi. Yont, Ulu Güneş’in merceğinden uzaklaştırılırken
hâlâ, “Liyot, bir gün yeniden birlikte olacağız,” diyordu.
*
* *
Eski
şeytanlar için savaş yeni başlıyordu.
Oysa
Liyot ve emrindeki ufaklıklar, dünyayı terk etmeyi başarmış,
kendi savaşlarını yarılamışlardı. Ases ile Ulu Gece ise
gulyabani sayımını bitirmiş, henüz Gece Gezeni Liyot’un ve
gönderilen cüce ile kuşların orada olmadığını
kesinleştirmişlerdi. Ulu Gece, Ases’e başvurmanın ne çeşit
bir zaman kaybı olduğunu düşünmeye koyulmuştu. İhtiyacı olan
her yolu bilen bir savaşçı mı yoksa biraz cesaret miydi? Derin
Dünya’nın efendisinin emrindeki baş bekçiden medet umulacaksa,
Ulu Gece’nin efendiliği nerede kalıyordu? Öyleyse savaşın bir
sanat kadar ince işlenmesi gerektiğini unutmanın tam sırasıydı.
Savurgan bir karar verilmeli, gerekirse Güneş Yüzü basılmalıydı.
Lanet Liyot’un nerede olduğunu bilse bilse lanet Yont bilirdi. En
azından Ulu Gece’nin mantığına göre öyleydi. Hiçbir şeyin
haddini aşmış kadar eski olanının işe yaramadığı yine
anlaşılıyordu işte.
Liyot
ise gulyabanilerin en toylarından biri olmasına rağmen şeytanları
işinden edecek planlar yapmaya devam ediyordu. Derin Dünya’da
görevli olan herkesin, dedi, görüsü açıktır. Üstelik Derin
Dünya sınırlarında olan her şeyi zihninde görecek kadar
açıktır. Artık kendisini Derin Dünya mensubu olarak görmediği
için, “Cüce Bekçi,” dedi komutanlara yaraşır edayla,
“görüver bakalım senin şu eski efendinle yardakçıları neyle
meşgulmüş şu sıralar.”
Cüce
Bekçi vızıldayan bir sinek gibi üstünde oturduğu kuşun sırtına
tüm vücuduyla yapışarak gözlerini örttü. Var gücüyle
zihninde canlananları aynı anda aktarmaya başladı:
“Görüyorum
yeni efendim Liyot, Ulu Gece’nin Ases’e söylendiğini
görüyorum.” Ulu Gece’nin pürüzlü sesini taklit ederek devam
etti. “Ah
Ases, sana güvenirdim. Sen Derin Dünya’yı hainlikten
kurtarabilirdin. Ama ben Derin Dünya’nın efendisi ve dolayısıyla
en iyi savaşçısı olarak,” cüce
burada kendini tutamayıp güldü, “Güneş
Yüzü’ne gidiyorum. Yont’la geri dönmezsem bir daha hiç
dönmem. O zaman ne haliniz varsa görürsünüz.”
Liyot
uykusuyla baş ağrısını çoktan unutmuştu. Önünde yine iki
ihtimal vardı. Ulu Gece Güneş Yüzü’nden Yont’u alıp Derin
Dünya’ya götürürse sonsuza kadar tutsak ederdi. Diğer ihtimal
bundan daha güzel değildi. Ulu Gece, Ulu Güneş’in askerleri
tarafından Güneş Yüzü’nde öldürülebilirdi, ki suçu sınır
ihlali olacaktı, o zaman ölümü Liyot’un elinden olmayacaktı.
Ve elbette, yine iki ihtimali yok sayan üçüncü ve güzel ihtimal
vardı. Liyot pekâlâ Ulu Gece’yi yolda öldürebilir, babası
Yont’u da alıp Derin Dünya’ya götürebilir ve onu yeni efendi
ilan edebilirdi. Örümcek ağı gibi adım adım ördüğü fikri
yeterince cazip gelince kuşlara Güneş Yüzü’ne gitmeyi
emretmişti. Fakat keşke, cücenin zihnindeki diğer görüntüleri
ve konuşmaları da öğrenmeyi bekleseydi.
*
* *
Savaşa
herkes girebilirdi. Ama onu ruhunda da başlatmayan taraf, yenilmeye
mahkûm olurdu.
Liyot’un
ruhu ise bunun için fazla yorgundu. Kanatları Güneş Yüzü’ne
kırdıklarında Ulu Gece’nin de aynı yol üzerinde olduğunu
düşünüyordu. Cüce Bekçi, “Efendimiz zihnimi dinlemeyecekse,
üst düzey duyularımı kapatmanın vaktidir,” dediğinde
altındaki kuş Gece Gezeni Liyot’u uçuran kuşa yetişmek için
öyle hızlı uçuyordu ki, cücenin sesi saniyeler içinde epey
uzaklarında kalmıştı. Liyot Güneş Yüzü’ne ilk defa
gidiyordu. Uzakta gördüğü turuncu, küçük görünen yerin orası
olduğunu sanıyordu. “Geldik, baba, neredeyse geldik,” dedikçe
kuşlar efendilerinin her sözünü emir sayıp daha da
hızlanıyorlardı. “Geldik, babası, neredeyse geldik,” diye
yinelediler. Az sonra çok uzaktan Güneş Yüzü sandıkları
turunculuğun Ases’in ateş topu olduğunu anlayacaklardı. Derin
Dünya ölümsüzlüğünün tek yok edicisi Ases ateşi, Güneş
Yüzü’nün yolunun üstünde avcı kapanı gibi avlarını
bekliyordu.
Ateşi
fark ettiklerinde kuşlar kendilerini durdurmaya çalıştı ama
aradaki mesafe tamamen durmaları için yeterli olmadı. Cüce Bekçi
hayatının son saniyelerini yeni efendisine az önce zihnine dolan
ve Liot’un bilmesi gereken şeyleri tekrarlamakla geçirdi:
“Efendimiz zihnimde kalanları dinlemeliydi,” dedi, “Ulu Gece
son olarak demişti ki, Ases,
senden son isteğim onları yolumdan çekmen, bugüne kadar
kullanmanı engellediğim ateşinle!”
Liyot’un
son duydukları babasını kurtarmaya giderken Ases’in ateşinde
kavrulacağı oldu.
*
* *
Ulu
Gece, bilinen eski şeytanların en kurnazıydı. Demek ki haddini
aşmış derecede eskimemişti. İnsanoğlunun dünyasında gulyabani
soyundan olan tüm Derin Dünya’lılar insanların bilmediği bir
vadide toplanmış ikinci bir emirle dağılmayı beklerlerken
ruhları gurulduyordu. Enerjileri tükenmiş, mezar uğrusu olanların
pençeli elleri uyuşmaya, büyücü cüceler ise parmaklarındaki
sihri hissetmeye başlamıştı. Ases, ateş topu içindeki her şeyi
küle dönüştürüp hiçliğe silkene kadar başında bekledi.
Kuşların, bekçinin ve Liyot’un çığlıkları, Derin Dünya’nın
intizamından daha öncelikli ya da önemli değildi. Ulu Gece, nasıl
oldu da Liyot’un adımlarını bu kadar iyi şekilde tahmin
edebildi diye düşünerek hayranlık duyuyordu.
Buradaki
işi bittiğinde insanoğlunun dünyasındaki vadide aç acına
bekleyen yüzlerce gulyabani soylusunu Derin Dünya’ya davet edip
iyi bir şölen tertip edecekti.
Güneş
Yüzü’nde ise işler dışarıdakinden daha iyi gitmiyordu. Ulu
Güneş, Yont’un ruhunun hiçbir zerresinin oraya ait olmadığını
geldiği ilk günden beri biliyordu. Tüm Güneş Yüzlülerin başına
yemin ederdi ki Derin Dünya ve insanoğlunun dünyasının dışında
gidilecek bir tane bile yer bilseydi, Yont burayı tercih etmezdi.
Aslına hıyanet etmek hiçbir Derin Dünyalının damarlarlarındaki
kanda yoktu. Her ne kadar artık orada yaşamasa bile, bir şey far k
etmiyordu.
Ulu
Gece, ani aldığı kararıyla Derin Dünya’dan çıkmış Güneş
Yüzü’ne varmak üzereyken endişe doluydu. En son kaç on yıl
önce Ulu Güneş ile karşı karşıya geldiklerini, ne için kavga
ettiklerini bile hatırlamıyordu. Hatta belki de en son Ulu Gece’nin
babası ile Ulu Güneş’in babası birbiriyle savaşmıştı. Ama o
ikisinin dünyalarına hükmettikleri süre, yeni bir savaşı
tarihlerine yazmamıştı. Ulu Gece, Yont’u nasıl alacağını
bile bilmiyordu.
Tedirginlikle
geçen yolculuk, Ulu Gece’nin sabahların ve aydınlıkların hüküm
sürdüğü Güneş Yüzü topraklarına girmesiyle son buldu. Ulu
Güneş, merceği başında dünyaya bakmayı bırakmış, sınırları
yakınında başlayan Ases yangınının haberini almış ve Ulu
Gece’nin gelmesini bekleyeme koyulmuştu. Liyot’un da içinde
olduğu birkaç Derin Dünyalının ölümsüzlüğüne son
verildiğini bilmek, Yont için yeni bir son düşünülmesini
gerekli kılıyordu. Asırlardır insanoğlunun dünyasında geceleri
korku salan gulyabani soyunun, mezar uğrularının bir tanesinin
bile hiçbir sebeple ölümsüzlüğüne son verilmemişti. Bu
olmuşsa, ortada vatan hainliği, Derin Dünya’ya nankörlük
olmalıydı. Öyleyse Yont, Güneş Yüzü’nün başına dert
açabilirdi. İşte gerçek bir savaşçı, Ulu Güneş, ayrıntıları
sivri uçlu bir kalemle böyle çizebilmeliydi.
*
* *
Ulu
Güneş, askerlerini Ulu Gece’yi karşılaması ve nazik
davranmaları yönünde tembih etmişti. Güneş Yüzü, içten
dileklerini ve dostça karşılamasını bildiren kendilerine özgü
bir müzikle Ulu Gece’yi dünyalarına buyur etmişlerdi.
Aydınlığın dünyasına adım atmak Derin Dünya efendisi Ulu Gece
için yeterince zorken bu zevksiz müzik aletleri de nereden
çıkmıştı? Üstelik silahlarını kemerinin sırt kısmına
sıkıştırmış, ölmeye bile hazırlıklı gelmişti. Ulu Güneş,
sıcak topraklara alışık çıplak ayaklarıyla Ulu Gece’nin
giriş yaptığı sınır kapısına gelmişti. Elinde tuttuğu
zincirin ucuyla arkasında sürünen Yont’un ruhsuz bedenini
sürüklüyordu.
“Artık
senindir, yeniden,” dedi. Hareketleri, gönülsüz olduğunu,
tenezzül ettiğini belli ediyordu. Zincirin ucunu yere attı. Ortada
bir savaş olmasa da bir savaşçı, sadece kazanmak için yaşardı.
Ulu Gece küçük adımlarla ayaklarının alışık olmadığı
sıcak topraklarda Ulu Güneş’in önüne kadar gitti. Dizlerinin
üzerine indi. Yerdeki zinciri aldı. Güneş Yüzü’nün gücünü,
Ulu Güneş’in efendiliğini kabul etmiş demek oluyordu. İşin en
kötü yanı, olanların tüm Derin Dünya görücü gücündekileri
tarafından izletiliyor olmasıydı.
Ulu
Gece, Güneş Yüzü sınırlarından çıktığında kolunun
arasında ruhu çoktan emilmiş bir Güneş Yüzlü vardı, Yont.
Başka bir dünyanın efendisi önünde diz çökmüştü ama Derin
Dünya’ya açılan savaşı ve lanetli Gece Gezeni ile babasını
alt etmeyi başarmıştı. Derin Dünya’ya döndüğünde kendini
yeniden nasıl efendi olarak kabul ettireceği ise bir başka
gulyabani hikâyesi olarak hiç beklemediğiniz anda size
anlatılabilirdi.
Yorumlar
Yorum Gönder