“Hoşça Kal Ay” Demek İçin Sebeplerim
Bu öykü Kiltablet Öykü'nün "Damdaki Kediler" temalı Mart sayısının internet sitesinde ve basılı hâlinde yayımlanmıştır.
Ölüm,
günün ilk ışıklarıyla beraber, şehrin dışına doğru bir
mahallede,
iki
yanında duvarlar bulunan dar bir sokakta belirdi.
.
José
Saramago haklı. Ölüm kendi kendine
“Artık burada yapacak bir işim kalmadı,” deyip kara
pelerininin şapkasını iskeletine geçirmedikçe hiçbir nefes
rahat alınmayacak. Ölüm her gün saklandığı yerden sizin için
en beklenmedik anlarında çıkıp ensenize dolanıyor.
Şahdamarınızdan kanınıza karışıp tekrar yükseliyor.
Gırtlağınıza tek hamlede fil ağırlığında yük bindiriyor.
Yeni bir nefes almaya yeltenecek fırsatınız kalmıyor. Bileğiniz
serçe kadar hafif, düşüyor. Göz kapaklarınız saliselik bir
refleksi gerçekleştirecek şansı kaybettiğinden gözleriniz açık
kalıyor. Yirmi saniye öyle kalsa sızlamaya başlayacaklardı,
şimdi başkasının parmakları onlara elektrik düğmesi kapatır
gibi dokunmadıkça kapanmayacak. Ölüm hem bir anda hem de sonsuz.
Ayağı takılmıyor. Iskalamıyor. Çıplak, korkusuz. Derisi
olmadan. Damarları ve eti olmadan. Çıplak. Ama bu diğer canlılar
için geçerli. Bizim için ölümün kutsal rakibi yaşama dair
dokuz şans var.
Eğer
tanrı da kendini ölüm kadar her an yanınızdaymış gibi
hissettirseydi, kuşku duymadan ona da inanırdınız. İçinizde
ölüme inanmayan birini bulabileceğimi sanmıyorum. Ama tanrıya
inanmayan birçoğunuzun gerekçesinin onu görmemek olduğunu
biliyorum. Ölümü de henüz yaşamadınız. Ama sıcak nefesini
kulağınızın içinden vücudunuza girerken hissedebiliyorsunuz,
titreyerek. Ben ölümü sekiz defa gördüm, çok yakından. Bunları
anlatırken sekizinci kefeni yırtışımın kaydını yaptırmak
için sıramı bekliyorum. Biraz önce anlatıya konu olan siz
insanlar kadar kötü durumda değilim. Ölümün adımlarını
atarken hiç düşünmediğini biliyorum. Onu gölgeye benzetiyorum.
Gölgelerin ışığa karşı hassasiyetleri var. Benim türümdeki
canlılarda ölümle dikleşmek olağan. Ben, ölümümü yok etmek
için ışığı açıyorum. Gölge yok oluyor. Beliriyor. Daha
ışıklı bir yere geçiyorum. Yer değiştiriyor. Kaçıyorum.
Kimin daha önce yorulacağını kestiremezsiniz. Ben burada, dört
ayağımdan biri kırıkken, biri incinmişken can kartımı
damgalatma sırası bekliyorum.
Size prosedürlerden bahsedeyim. Doğduğumuz zamandan itibaren sekiz
defa ölümden dönme hakkımız var. Ölümün iştahını
kabartıyoruz. Her can verişimizde buraya gelip doğarken bize
verilen, üzerinde birden dokuza kadar rakamlar yazılı olan karttan
giden can sayımızı işaretletiriz. Dokuzuncu hakkımızı
kullandığımızda, ki kullanmış olduğumuzu ancak gözlerimizi
simsiyah bir sonsuzlukta açtığımızda anlıyoruz, her şey aynı
anda oluyor. Bir tırpan yere vuruluyor. Gözlerimiz kapanıyor. Kart
kayboluyor. Gözlerimizi açıyoruz. Bitmiş oluyor. Bunu düşünmek
için erken. Çok erken değil. Son şansım. Birazdan sıra bana
gelince tiksindirici bir gülümsemeyle “Demek yine sen,”
denecek. Konuşan adeta tısladığı için
can kartıma tükürükler püskürtülecek. “KAYBETTİ!” yazılı
damga sekiz rakamının üstüne tırnağımı etimden ayırır gibi
basılacak. Bir sonraki gelişimde bilincimin kapalı olacağı
söylenecek. Açıldıktan sonra görülmeye değer bir şey olmadığı
için açtığıma pişman olacağım da eklenecek. Canımı kaybetme
sebebim sorulmadan geçilmeyecek. Meraklı kedilerin can alma
damgacısı da onlardan farklı olmayacak. Sevdamın
peşinden gidiyorum, dediğimde
tıslamalar artacak ve kartım baştan sona yalanmış gibi teslim
edilecek. Kartı geri aldığım an kırıklarım, ağrılarım,
sızılarım hiç olmamış gibi geçecek.
Anlattıkça
bir felaketten kıl payı kurtulduğuma pişman olmaya başlıyorum.
Hiçbir
evin kabul etmeyeceği bir kediyim. İç bunaltıcı ölçüde gri ve
çok bıyıklı. Sekiz defa aynı damdan diğer dama atlamaya
çalışırken yirmi sekizinci kattan aşağı düştüm. Ne vardıysa
kaderimde, ölemedim de. Sondan bir önceki canımı da verdiğim
için masa başı meleğine haber vermek için sıra bekliyorum.
Bugün çok kalabalık. Malum ay yakaştıkça bir canını daha
kaybeden kedi sayısı artıyor. Kanı deli akan kediler oradan oraya
zıplıyor, sonunu düşünmediği hareketlerde bulunuyor ve soluğu
can verme vadisinde alıyor. Ben sekiz canımı da beslediğim aşk
yüzünden kaybettim. Yetişkin bir kedi olduğumdan beri, bu
hayatımın sadece birinci yılından itibaren başlıyor, sadece
onun için yaşıyorum. Bembeyaz, Pamuk diye
çağırılmayı son derece hak eden narinlikte bir kediye gönlümü
kaptırdım. Onun en az kendisi kadar güzel olan bir erkek
istediğini biliyorum. Zımpara gibi dilini, kiraz rengi burnunu
değdirerek temizleyeceği yavrularının yangından kurtarılmış
kadar kül rengi olmasını isteyeceğini kim söyleyebilir?
Kederimden belediyenin sokaklara bıraktığı zehirli mamadan yiyip
canıma kıymak gibi bir lüksüm bile yoktu. Onlara dokuz defa denk
gelmeliydim. Ben de diğer yolu seçtim. Onun istediği kadar güzel
olmayı denedim.
Beyaz
derili Ay'ın en tombul yerinden bir ısırık alıp layığınca
güzelleşmeliydim. Dolunayın ışığında yuvarlanmam gerekiyordu.
Yeryüzündeki çirkin olan hiçbir şeyle henüz karşılaşmamış
olan ay ışığında onun hak ettiği tüm parıltılar saklıydı.
O ışığa her şeyden daha yakın olmalıydım. Bunun için şehrin
en yüksek binasını tespit ettim, yedi can veriş öncesinden söz
ediyorum. En yüksek binaya giden alçaktan yükseğe tüm damları
ezberledim. Ondan buna, bundan ötekine atlaya atlaya en yüksekten
bir öncekine kadar gelebiliyordum. Hayranlıkla incelenen kemik
yapıma, ince olmasına rağmen güçlü olan bacaklarıma, kusursuz
denge kurabilmeme, mükemmel esnekliğimi doğuran kürek kemiklerime
rağmen.
Hayat
bir şeyi vermek istemiyorsa, sizi yirmi sekizinci kattan sekiz defa
atma pahasına olsa bile vermiyor işte.
Onu
uzaktan izleyip kedigillerin piri olduğuna yeniden inandığım her
günün akşamı ay ışığının en yoğun olduğu hâlini
beklemekte sabırsızlanıyordum. Havanın açık, ay döngüsünün
yeniay gününe denk geliyor olması gerekiyordu. En yüksek dama
çıkıp gökyüzündeki yuvarlak peynir diliminin üstümüze
serpiştirdiği büyüden nasiplenmeliydim. Gözlerimi dolunaya dikip
ışığının kirpiklerimin arasında dolanmasını beklemeliydim.
Böylelikle yalnızca derimin yüzeyi değil vücudumun en ücra
köşeleri bile güzelleşecekti. Lazım olan tek şeyin cesaret
olduğu prezantabl bir kedi olacaktım. Ben tüm canlarımı ya ben
gökyüzüne tırmanabileyim ya da Ay yeryüzüne düşsün diye
harcarken boşluktan daha beyaz olan sevgilim, sekiz yavruluk bir
doğum gerçekleştirecekti. Beyazın masumiyetle bir ilgisi
olmadığını insanlara nasıl anlatabilirim?
Sıra
bana geldi.
“Kendini
vaşak sanan gri tekir!”
Mübaşir
böyle seslenince sıranın bana geldiğini tüm kediler anladı.
Herkes kırpık bıyıklı küçük kafalarını bana doğru çevirdi.
Topallayarak hesabımı gördürmeye gittim. Kanatları çürümeye
başlamış olan meleği her defasında olduğu gibi masa başında
buluyorum. Bir eliyle bir şeyler yazıyor. Başını kaldırmadan
öteki avucunu açarak bana uzatıyor. Can kartımı almak istediğini
biliyorum. Başka şansım yok. Ölüme bir adım daha yaklaşıyorum,
bir adım öne giderek kartı veriyorum. Önüne koyup gözlerini
üzerime dikiyor.
“Hâlâ
bir ısırık alamadın mı Ay'dan,” diyor, naz yapıyor
olabileceğini anlatıyorum. Çürümeye başlayan ağzıyla gülüyor.
Haklı çıkıyorum. Konuşurken sanki tıslıyor. Sekizinci canımın
üstüne kapkara mürekkepli damgayla kaybetti yazıyor.
Neleri kaybettiğimi tahmin bile edemeyeceklerini düşünüyorum.
Teşekkür etmemi bekleyen ifadeyle yüzüme dönüyor.
Bacaklarımdaki iyileşmeyi hissettiğim an kapıya yöneliyorum.
Buradan çıktığım gibi en yüksek binanın damına gitmek üzere
ilk adımı atıyorum. Ölüm öfke içinde soluyor. Onunla tanışmama
az kaldı. Bugün dolunay var.
Yorumlar
Yorum Gönder