Buz Akrobatı Yeti ve Sirk Kaçkınları
*Bu öykü Kayıp Rıhtım Aylık Öykü Seçkisi Sayı #103 "Yeti Öyküleri" teması için yazılmıştır. Seçkinin tamamını okumak isteyebilirsiniz.
Bu
gece ormana inmemem için engel görünmüyor.Sinsi bir istilacı gibi karanlığı hiç
beklemediği yerinden bölen beyazlık her tarafı kaplıyor. Zaten bahsini açacağım
her şey siyah beyaz olacak. Öncelikle şüpheden kurtarayım; geri kalan her şeye
uyum sağlayan bir renk geçişim var. Koyu bir yünle kaplıyım ve OisPu’yu andıran
beyaz halkalı siyah gözlerim var. Fakat bir panda olmaktan çok uzağım. Bir sabah uyandım, kocaman ayaklarım ve
battaniye gibi vücudum vardı,diyemem.
Çok
soğuk. Ormanda buzlanma olacak. Evlerde dinlenen gece kuşağı hava durumu
sesleri saklandığım yere kadar geliyor. Kimsesizler için müthiş bir ölüm günü. Ben
de kimsesiz yeti Çuçuna olarak buzlu ormanların ve böyle gecelerin aradığı tüm ölçütleri
taşıyorum. Günlerdir bir türlü ormanı aşacak uygun anı bulamadım. Gökyüzü
üzerime insanlık tarihi kadar uzun süredir kar kusuyormuş gibi. Hiçbiri de
genzine kaçmıyor. Buz akrobasisi sirki için en uygun canavar olduğunu insanlar
henüz fark etmedi. Bu yüzden ne buz ne kar ne de ayaklarımdaki patenlerin karda
bırakacağı iz umurumda olacak. Yeti yaşına göre üç yaşındayım, ki bu insanlar
için yirmi üç katı ediyor. Yaşlı bir yeti için patenle orman geçme fikrinin ne
kadar fantastik olduğunu tahmin edemezsiniz. Fakat artık bundan kurtulmak
istiyorum.
Bize
kafayı takmış durumdalar. Var mıyız, yok muyuz, neye benziyoruz, efsane miyiz
yoksa gerçeklik payımız var mı… Bu yaşa kadar gündüzleri inlerde geceleri
yollarda oldum. Kimseye görünmeye, çocukları korkutan bir efsane olmaya veya
bülten sonu ilginç haberlerin konusu olmaya niyetim yok, diğer tüm yeti
kardeşlerim gibi. Çok uzun seneler önce kendime koca patenler yaptım. Bu sayede
arkamda karlı gecelerde kocaman beyaz çukurlar bırakmıyorum. Üstelik hızlı da
gidiyorum. En son buraya geldim. Üç yüksek dağın arasından uzun bir nehirle
dünyaya açılan bu kasabaya. On evden, on ev büyüklüğündeki bir ahır ve ambardan
oluşuyor. Bu kasabayı dünyaya bağlayan nehir, tüm insanlara aynı anda nefes
verecek kadar çok ağaçlı bir ormanın içinden geçiyor.
Ayak
küçültme ameliyatı olmak için bu ormanı aşmam gerekiyor.
Altı
yüz kilometre ötede bir doktor var. Diğerlerinin ayaklarını da o küçülttü.
Karşılığında ödeyecek hiçbir şeyimiz olmadığı için farklı yollara başvurduk.
Ayaklarımızın ya da ayak izlerimizin fotoğrafını çekmesine izin vermek
gibi. Böylelikle doktor çektiği
fotoğrafı televizyona satıp yüklü bir miktar kazanabiliyor. Bu ücret, düzinelerce
kadının estetik operasyonu parası edeceği için yeti ayağı küçültme ameliyatının
lafı bile olmuyor. Bu gece de yola çıkmazsam çok geç kalmış oluyorum.
Onuncu
evin ışığı da söndü. Artık gidebilirim.
İki
dağ arasında insanların girmeye cesaret edemeyeceği bir yol var. Ağaçlar,
patikayı görünmezliğe boğuyor. Bu yolun sonunda saklandım. Patenlerimi giymek
için kendimle cebelleşiyorum. Ellerim, ayaklarıma uzanana kadar evlerden
birinin ışığı bir süre yanıp sönüyor. Gece sessizliğinde yankılanan bir kapı
gıcırtısı arkasından geliyor.Kimsenin ormana girmemesi gerekiyor. Kapının
kapanma sesini bekliyorum, gelmiyor. Olabildiğince yavaş örtülmüş ya da aralık
bırakılmış diye düşünüyorum.Zaman kaybedemem. Ayağa kalkıyorum. Boyum ağaçların
çoğunu altımda bırakıyor. Ellerimle ince dalları iter gibi koca ağaçları ayırıp
patenli ayaklarımı birbirinin önüne atıyorum.
Henüz kayabileceğim düzlüğü bulamıyorum. Biraz daha ilerledikçe görüyorum
ki hız alabileceğim yolu hiçbir zaman bulamayabilirim.
Yerler
silme buzla kaplı. Ormana tepeleme baktığında hiç ağaç belirtisi yok. Her biri
birer beyaz dikit gibi görünüyor. Az önceki gibi ellerime kendime yol
açamıyorum. Bir yetinin buz dağına çarpıp Titanicolması
bu geceiçin fazla dramatik. Başka bir yol arıyorum. Ormanın yanından yolumun
sonundaki nehre kadar uzanan kanalı görüyorum. Yüksek dağlardan iki kol halinde
doğup batıya ve kuzeybatıya akan iki kollu nehir daha sonra birleşiyor. Eğer
ormanın içinden kayamayacaksam kasaba için yapılan su yolunu kullanıyorum.
Ormanın içinden kanala kadar patenlerle yürümem gerekiyor. Kar ağaçlara
değmeden önce kafamdan sekiyor. Bembeyaz yerlerde hiç fren yapmadan giden sıra
dışı genişlikte tekerlekleri olan bir araba geçmiş izlenimi var. Sırf bu yüzden
bile yolumu değiştirmem gerekebilirdi. Koruculara yakalanmak istemiyorum.
***
Kar
iyice bastırıyor. Kanalın yolunu bulana kadar koyu postum bembeyaz oldu. Beyaz
halkalı gözlerim sayesinde vücudumdaki tek siyahlık olarak gözlerim kaldı. Onların
da beyaz bir perdenin arkasına saklanmasını istemediğim için geniş yapraklarla
dolu olan bir dalı başımın üstüne koyuyorum. Şemsiyem sayesinde ormanda yürüyen
yeti olmaktansa ormanda yürüyen ağaç olabiliyorum. Kanala doğru devam ederken
ne kadar yürüdüğümü unutuyorum. Arkam dönük olarak yürümeye devam edip bir
yandan da mesafeyi ölçmeye çalışıyorum. Kasabanın sokak ışıkları iyice
kaybolmuş. Birkaç adım sonra tamamen karanlığa gömüleceğimi biliyorum.
Anlam
veremediğim bir hareketlilik seziyorum. Birileri yalnız olmadığımı en kısık
tonlarla fısıldıyor gibi. İnsan olmadığını biliyorum. Zıpkını çoktan yemediğim
için. Borazana üflenmiş gibi bir sesle sonsuz büyüklükte ormanın dört bir
yanından ayak sesleri geliyor. İrili ufaklı adımların her birini kalbimin
üzerinde hissediyorum. “Orman sakinleri
aynı anda taarruza geçmişse keşke onlar yerine insan olsaydı,” diye
düşünüyorum. Her birinin ayrı özel gücü var ve benim tek özelliğim kocaman
olmam. Kendi etrafımda dönüp tehlikenin yönünü belirlemeye çalışıyorum. Hayır! Çığ
gibi büyüyorum! Patenlerimin tekerleklerinden biri takılmış olmalı, ormanın
aşağı doğru kıvrıldığı yerde dengemi bulamıyorum. Gitgide hızlanarak yuvarlanıyorum.
Kafamdaki yapraktan şemsiye, ayaklarımdaki paten ve artık beyaz olan tüylerim beni
kar canavarı yapmak için birbiriyle yarışıyor. Nerede duracağımı bilmiyorum.
Şansı bu gece ben ödünç
almış olmalıyım, diyorum. Bir ağaç dalı beni orta
yerimden deşmiş mi diye bakmaya cesaret edemiyorum. İyice ayılmaya başlarken artık
yuvarlanmadığımı anlıyorum. Kendini erkenden kürdan olmaya adamış ağaç dalları
dişlerimin arasında dolanıyor. Masmavi ay gitmek üzere olduğunu söylüyor. Az
sonra onu yutacak olan aydınlık guruldayan karnını ovuyor. Az önceki
hareketlilikten şimdi eser yok. Ormanın fırtına yardımıyla aşağı attığı
yapraklar üzerimi örtüyor. İntihar süsü veriyorlar. İnsanları benzersiz bir
seyre çağırmak için yeterince enteresan bir slogan: Buz akrobasisi sirki için
acınası akrobat tepetaklak oldu.
Olamaz,
sabah oluyor. Doktorun beni beklemeyeceğini biliyorum.
Yaprakların
üzerinde benden epey ufak bir şeyin titrediğini hissedebiliyorum. Üzerimdeki
yaprakları etrafa savururken şemsiyemin hala başıma takılı olduğunu görüyorum.
Sadık ağaç dalları artık beni hiçbir şeyden korumuyor. Sadakatlerinden ilham
almıyorum. Başımı onlardan kurtarıp hafifçe doğruluyorum. Sırt üstü yattığım
için göbeğime oturmuş küçük bir kız. Elindeki dal parçasıyla yeri
karıştırdığını sanıyor. Bir tepeciğe tırmandığını düşündüğünden emin
oluyorum.Gıdıklanıyorum. Benim en ufak kıpırtım bile böyle bir canlı için
devasa bir zelzele hissi veriyor. Tiz çığlıklarla uzaklaşıyor. Kalktığı yeri
yokluyorum, sıcak. Uzun zamandır üzerimde olmalı. Cüsseme bakmadan ayağa
fırlıyorum. İyice uzaklaşmadan eğilip avucumun içine alıyorum. Titremeler
yerini zangırdamalara bırakıyor.
Elimi
göz hizama getirip incelemeye başlıyorum. Bildiğim insanlara göre farklı
görünüyor. Kısa saçları boynunu saran atkısının içine sıkıştırılmış. Sıcak
kalmak istiyor. Turuncu paltosunun üzerindeki kar taneleri portakal dilimindeki
beyaz çekirdekleri anımsatıyor. Hafif çekik gözleri çekimserliğiyle birleşince
iyice kayboluyor. Elinde sımsıkı tuttuğu kâğıdı görüyorum. Islanmış, sonra
kurumuş ve buruşmuş. “Ne yazıyor,” diyorum. Konuşmaya çalıştığını görebiliyorum
ama dili tutulmuş gibi bir süre sadece dudaklarını oynatıyor. Sonunda
“Gelecekler listesi,” diyor. Bir cevap niteliği taşımıyor, benim için.
İrdelemeyi sevmiyorum.
Sağ
patenimin orta tekerleği kırılmış. Yapraktan şemsiyemi yeniden başıma, küçük
kızı da omzuma yerleştiriyorum. Aşağı atlamaya cesaret edemiyor. Tekerleği kırık patenlekayak deneyimi yaşarken tek kelime
bile etmiyoruz. Buradan uzaklaşmam gerektiğini biliyorum. Epey gürültü
yaptık, ormanın içinde insanlar olabilir. Sağ omzumda küçük hıçkırıklarla
sarsılmalar yaşanıyor, huylanıyorum. Bir zaman sonra “Şansı bu gece biri benden
ödünç almış olmalı,” diyor. Utanmayla karışık mahcubiyet hissediyorum. “Ben
bütün gece yalnızdım,” diyebiliyorum. Boyutuma yaraşır gürlükte sesim, kızın
hıçkırıklarını derinleştiriyor.
Aklımda ihtimaller var. Benim gibi
dağ yamacından aşağı isteksiz bir adım atıp üzerime yumuşak iniş
gerçekleştirmiş olabilir. Öyleyse ormandaki belirsiz sesler bu küçük kızdan mı
çıkmıştı? İmkânı yok. Yolunun üstüydü, dinlenmek için konforlu bir yer bulmuş
olabilir. İhtimaller rüzgâra kapılan uçurtma ipleri gibi.Kulağımın dibinde
oluşan çat sesiyle kendime geliyorum.
Sırt çantasından kendi kafasının boyuna göre bir şemsiye çıkarıyor. Onunki
yapraktan değil. Kar yerini yağmura bırakıyor. Buz pateni, çılgın dalgalı bir
sörf macerası olacak gibi.
Bir saat kadar yürüdük. Hızlandığım
yerlerde tekerleklerim iki yanımıza dev su dalgaları fırlatıyordu. Eğlendiğini
anlayabiliyordum.
“Ormanda böyle şeyler olur,” diyorum.
Kulaklarımı dikmiş başımın üstündeki yaprağın sabit durmasına destek oluyorum. “Geçtiğim
tüm ormanlarda böyle şeyler hep oldu.” Yol boyu bir başka tehlikeyi beklediği
besbelli. Hızla nefes alıp veriyor, en ufak çıtırtıda irkiliyor. Gecenin bu
saatinde neden yalnız başına ormanda olduğunu soruyorum. Nedense cevap veresi
geliyor:
“Geç kaldılar. Bir tek sen geldin,”
diyor.
“Biz… Sözleşmiş miydik?”
“Ateşli çemberin içinden atlamak
istemediğini söylerken böyle kararsız değildin?”
Beni boz ayının tekiyle
karıştırdığına şimdi emin oluyorum. Çaktırmamalıyım, yoksa aslını öğrenemem.
“Eee, evet… Evet evet! İstemiyorum.
İşte geldim. Çünkü hiç istemiyorum. Diğerleri kim ve neden gelmediler?
Sorum sanki kendi cevabını
doğuruyor. Yukarımızda kalan ormandan aşağı doğru büyüyen bir çığ sesi geliyor.
“Şimdi bittik,” diyorum, kız, “İşte!” diye bağırıyor. Kızı tekrar avucumun
içine alıp ellerimle gözlerimi kapatıp olduğum yere çöküyorum. Ses gittikçe
yaklaşıyor. Büyüyor, büyüyor, büyüyor… Ve GÜM! Kulağımın dibine gülle
atıyorlar. Kızı omzuma koyup gözlerimi açıyorum. Boyumda birini görmeyeli on
yıllar oluyor. Bir fil, hortumuyla karışan saçlarını düzeltiyor. Kız listede
bir satırın üstünü çiziyor. Kızı görünce kulaklarını dikip sırıtıyor: “Geciktim
ama sonunda buldum sizi.”
Filin göbeği
üstünde kayarak inmesini düşünemeden kulaklarımız çıtır çıtır seslerle doluyor.
Bir şeyler kırılıyor ya da parçalanıyor. Tepemizdeki ağaçtan kafamın tam üstüne
ve ayağımın yanına iki şey düşüyor.
Kafamın üstündekini yakalıyorum, ceviz kabuğu. İçi elbette boş. Yere düşenin ne
olduğunu henüz göremiyorum. Ayağım gıdıklanıyor. Bileğim, dizim, kalçam,
karnım! Bir şey tırmanıyor. Birkaç kez kayıp yere düşüyor, karlıyım. Bir daha
tırmanıyor. Bir daha, bir daha… Sincap! Dişleriyle karlarımı kürüyor. Geldiğini
söylemiyor, belli ediyor. Buradaki tüm ayaklar onunkilerden büyük.Daha büyük
olan her ayak, daha küçük ayakların yetisidir. Geniş çıkıntılı göbeğimin üstüne
oturduğunda küçük kız, fil ve ben gözlerimizi ona dikiyoruz. Kız listeyi
kontrol ediyor. Sincap duyacaklarını biliyor, “Beni yazmayı unuttunuz diye bir
ömür kafesime sırıtan çocuklara cevaz kıramazdım,” diyor. Liste aşağı iniyor.
Kız
şimdi mutlu. Fil hortumuyla sincabı göbeğimden kapıp sırtına oturtuyor. Sincaba
yüksekte durup yol boyu erimiş cevizleri toplama görevi veriliyor. Neler
olduğunu sormuyorum. Kimsenin ateşli çemberin içinden atlamak istemediğini
biliyorum. İlk adımı fil atıyor, “Artık gidelim,” diyor. Nereye? Yüz ifadem
soru işaretlerinden seçilemiyor. Kız kulağımın içine kadar girip “Sizi kimse
sirklere tıkamayacak,” diyor.
Doğru
olanın bilmemek olduğu zamanlardan biri. Onlara eşlik ediyorum. Birkaç adım
sonra yerden bir şey yansıyor. Biraz eğilip parlak pullu bir yılan olduğunu
görüyorum. Kız listeye ikinci çiziği atıyor. Yılan, sarmaşık gibi sağ bacağımı
sararak yükseliyor. Bu kez ben titriyorum. Boynuma kadar sürünüp kendine boş
kalan omzumda yer yapıyor. Yılana karşımıza çıkacaklara göz dağı verme görevi
veriliyor.
Listeye göz atıyorum. Üstü
çizilmemiş birkaç satır daha var. Yolumuzun üzerindeki inden boz ayıyı
alacağımızı öğreniyorum. Meydanda dans etmek istemiyormuş. Tehlikeli altında
bir grup olduğumuzu hissediyorum. Daha sonra aslanın bize katılacağını
öğrendiğimde rahatlıyorum. Filin üzerinde sincap, sağ bacağımda yılan ve omzumda
küçük kızla yürüyoruz. Fille anlaşıyoruz. Aslanı da aramıza aldıktan sonra
eğlenmeye başlayacağız. Nehre ilk varan yılanı taşıyacak. Nehirden karşıya
geçtikten sonra insanlardan kurtuluyoruz. Doktora gitmeyi çoktan unutuyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder