Antik Çağın Ölü Ruh Sulayıcısı ve Masal Kahramanlığım
Bu öykü CosmicZion Zine adlı fanzinimde "Anubis" teması için yayımlanmıştır.
Herkes kendi masalının hangi sihirli
cümleyle başlayacağını seçebilecek kadar şanslı doğmuyor. Hatta neredeyse tamamımız,
konuya neresinden dahil olduğunun farkında bile olmadan, öylesine yaşayıp
gidiyor. Ben kendi masalıma, başkasının yarım bıraktığı bir masalın son
cümlesiyle başladım. Ya da... Durun bir dakika. Bitirmiş de olabilirim. Bay
Büyücü beni uyarmıştı. Ne de olsa o, masaldan geliyordu. Üstelik sonu
olmayan bir masaldan. O bile geri dönmek istemezken, ben inat etmemeliydim.
Ama Bay Büyücü ve Gölge şanslıydı.
Masal diyarının tüm fırsatlarına sahiplerdi. Kendi dünyalarını değiştirme
şansları değneği çevirmelerine bakıyordu. Ama sen ya da ben, böyle miyiz?
Perili evimiz, sihirli çizmemiz, uçan halımız ve büyü defterimiz yok. Mesela
ben, ellerimi hızla havaya kaldırdığımda seçilmişler gibi taşları parçalayıp fırtınalar
koparamıyorum. Üstüne üstlük olan şey, bir türlü başımdan gitmeyen bakıcım
Gölge'nin burnuna sağlam bir tane patlatmam oluyor.
Bir sır vermemi ister misin? Üçüncü
on üç yaşımı yaşıyorum. Hiçbirinde içime sinen bir çocukluk geçirdiğimi
söyleyemem. Çünkü yalnızca ilkinde çocuktum. İkincisinde gittiği yolu dönen
biri gibi alışkın. Üçüncüsünde ise, yolun sonunda Batı yakasına geçemeyeceğim
bir nehir olduğunu bilip yola çıkmayı reddeden biri. Bir saat gibi, aynı zaman
dilimleri üzerinde geçip gidiyor, hiçbirinde durmuyor, ileri de saramıyorum.
Arkana baktığında dünyadaki tüm lambaların söndüğü bir karanlık bulduğunu
düşün. Ya da bir sakızı kocaman şişirip patlayınca kulağına kadar yapışmış
olmasını. İşte, Bay Büyücü'nün ve benim çocukluğumuz, dünyanın karanlığı ile
yanlış patlatılmış sakız arasında bir yerdeydi. Gölge de o karanlığa karışıp
yok oluyordu.
Sana neden üç kere doğduğumu
anlatmam gerek.
Bay Büyücü'den ve bakıcım Gölge'den
bahsetmeden olmaz. Hangisiyle başlayacağımı bilmiyorum. En iyisi kendimden
başlayayım. Annem ve babamın iki kişilik kurduğu küçük dünyalarına çat kapı
geldim. Zaten başıma ne geldiyse, bu acelemden geldi. Daha eve geldiğim ilk
gün, annem beni masal okuyarak uyuttu. Anlamaya başladıkça o kadar sevdim ki,
sonra her gece, annem beni aynı masalla uyuttu: Bay Büyücü'nün Sihirli Değneği
Pek Sihirli Çıkmadı
Masalın bir sonu yoktu. Yazan kişi yarım bırakmış. Ya da onun için sonu orasıymış, bilmiyorum. Bay Büyücü, kendisini sihirli sanan, annesiyle babasını buna ikna etmeye çalışan ve sonunda yanlışlıkla zamanda geriye giden bir çocukmuş. Sihirli olduğuna inanmamalarını bir tür ilkelliğe bağlıyormuş. Bu yüzden, insanlığın ihtiyacı olan ama henüz icat edilmemiş her şey için on yıl geriye gitmek istemiş. Bunun sonucunda da kartondan yaptığı zaman makinasıyla tehlikeli antik çağlara kadar gitmiş. İnsanlığın ileride ihtiyaç duyacağı şeyleri bilen küçük bir büyücü olarak zamanda zıplaya zıplaya geri günümüze gelecekmiş. Masal burada bitiyor, ya da sadece tıkanıyor. Bay Büyücü ve Gölge'nin başına bir şey gelmemesi için masalın devam etmemesine hep sevinsem de yine de uykularım, sonra neler olduğunu düşünmekten geceler boyu kaçıyordu.
Masalın bir sonu yoktu. Yazan kişi yarım bırakmış. Ya da onun için sonu orasıymış, bilmiyorum. Bay Büyücü, kendisini sihirli sanan, annesiyle babasını buna ikna etmeye çalışan ve sonunda yanlışlıkla zamanda geriye giden bir çocukmuş. Sihirli olduğuna inanmamalarını bir tür ilkelliğe bağlıyormuş. Bu yüzden, insanlığın ihtiyacı olan ama henüz icat edilmemiş her şey için on yıl geriye gitmek istemiş. Bunun sonucunda da kartondan yaptığı zaman makinasıyla tehlikeli antik çağlara kadar gitmiş. İnsanlığın ileride ihtiyaç duyacağı şeyleri bilen küçük bir büyücü olarak zamanda zıplaya zıplaya geri günümüze gelecekmiş. Masal burada bitiyor, ya da sadece tıkanıyor. Bay Büyücü ve Gölge'nin başına bir şey gelmemesi için masalın devam etmemesine hep sevinsem de yine de uykularım, sonra neler olduğunu düşünmekten geceler boyu kaçıyordu.
Bu yüzden, bir gece, Bay Büyücü ve
en yakın arkadaşı Gölge'yi yanıma almaya karar verdim. Onları, annem kitabı
başucuma bırakıp gittikten sonra yanıma çağırdım. Sonu gelmeyen bir masalda
yalnız başlarına dönüp durmalarındansa benim yanımda uyumaları daha makul
gelmişti. Kitaba gözlerimi dikip dakikalarca onları yanımda hayal ettikten
sonra kitabı BAM diye kapattım. Tabii
gözlerimi de. Hem de sımsıkı. Ta ki muzip bir ses "Huhu!" diye
seslenene kadar. Yankı yapar gibi daha alçak biçimde aynı ses tekrarlandı.
Gözlerimden birini araladım. Bay Büyücü yüzünü bana iyice yaklaştırmış, ağzımın
kenarına çikolata bulaşmış gibi gülüyordu. Gölge de o ne yaparsa aynısını yapıyordu.
Tam yanında. Niye bu kadar şaşırıyorsam, onları yanıma ben çağırmıştım. Yaşadığım
şoku üzerimden attıktan sonra Bay Büyücü'yü annemden dinlerken hayal ettiğim
her şeyini inceledim. Boyu kısacıktı. Kendinden daha büyük, başı sivri bir
sihirbaz şapkası, adımlarını daha büyük atmasını sağlayacak koca burunlu
ayakkabıları ve yontulmuş, sivri bir değneği vardı. Gerçekten de o değnekten
sihir çıkmasını falan bekleyemezdiniz. Gölgeyi hepiniz hayal edebilirsiniz
zaten. Bay Büyücü'nün ışığa olan konumuna göre değişen şekilde bir karartı.
O geceden sonra annemin okuduğu
masalı üçümüz birlikte dinledik. Yorganın içinde Bay Büyücü, Gölge ve ben.
Sadece benim kafam dışarıda. Her gece başına gelenleri aynı heyecanda ve
gerilimde dinliyorlar, daha sonra ne olacağını benim kadar merak ediyorlardı.
Çocukluğumun en heyecanlı günlerini
yaşıyordum. Yapabileceklerimin sınırının olmadığı günler. Üç kişilik bir
arkadaş grubum vardı ve ikisi masal kahramanıydı. Kimsenin onları görmemesi
umrumda bile olmuyordu. Bay Büyücü ve Gölge, beni, bu dünyanın masal kahramanı
olduğuma inandırmışlardı.
Bay Büyücü'ye masal diyarındaki
arkadaşlarını soruyordum. En çok merak ettiğim Jack ve Sihirli Fasulye Sırığı'ydı.
Bay Büyücü, Jack'in devden kaçıp sihirli sırıktan aşağı indiği anı, Jack'in ağzından
defalarca dinlemiş. Sonra Kibirli Kuğular ve Küçük Kuş'u sordum. Sahiden
kral, nehir kenarına altın tüy bırakamıyor olsa bile, küçük kuş için ev yaptırmış
ve Bay Büyücü, küçük kuşun evini değnek yardımıyla her kış onarıyormuş.
Tanıdığım hiçbir çocuk, masal
kahramanlarıyla ortak arkadaşa sahip değildi. Hiçbiri büyücü değneği ile karınca
uçurmamıştı. Ya da bir gölgenin sırtında yürüdüğünden söz eden bir arkadaşımı
duymamıştım. Bense, dünyanın alt çekmecesini açıp içinde saklananları
bulmuştum. Kimsenin görmemesini hanginiz takardı? Sanırım ben. Mevcut
koşullarda sonsuza dek eğlenmek varken bir yaratığı uykusundan uyandırmak için
sapanın lastiğinden taşı son sürat fırlatan fikri ortaya attım: "Bu
gece üçümüz birlikte annemin elindeki kitabın içinde girip masalın sonunu
getirelim mi?"
Bay Büyücü ve Gölge, bunu daha önce
denediklerini, iyi bir yere gitmediğinden emin olduklarında yazan kişinin bıraktığı
cümleye döndüklerini söylediler. Ayrıca masalın sonunu mutlu bitirmeyi
başaramazsak, o ana dek geçen süreyi, sürekli baştan yaşamakla cezalandırılırmışız.
Bay Büyücü ve Gölge, tam bir gün on beş saat gıklarını bile çıkarmadan yorganın
içinde oturdular. Hem masalın sonunu merak ediyor hem de başaramayacaklarına
inanıyorlardı. Ben sadece insanların böyle anlamsız ikilemler içinde debelendiğini
düşünürdüm. Masal kahramanları da insanlar kadar aptalmış. Bir çocuk için
böylesi bir hayal kırıklığını dünyanın ikinci alt çekmecesi bile kurtaramazdı.
Zaten onu da açmaya cesaret bulamazdım.
Nihayet yataktan çıkıp Bay Büyücü
ilk önce olmak üzere bir saniye arayla başlarını salladılar. "Ama,"
dedi Bay Büyücü, "Başımıza ne gelirse gelsin, Gölge seninle döner ve bakıcın
olarak kalır." Gölge ve ben masalın son cümlesinde bekleyecektik, Bay
Büyücü gidip olacakları yaşayacaktı. Sonunu mutlu bitirmeye çalışacaktı. Biz de
o cümlede oturup devamını dinleyecektik. Bay Büyücü'den öğrendiğim bir şey
varsa o da şu; dünyanın bin türlü hali varsa, masallar diyarında başınıza
gelebilecekleri sayabilecek matematik henüz geliştirilmemişti. Neyse ki şartı
umrumda değildi. Nasıl olsa geri dönecekti ve anneme masalın devamını
anlatabilecektim. Üstelik yanımda Bay Büyücü de olacaktı.
O gecenin başka bir önemi daha vardı.
On dört yaşına basıyordum. Bu doğum günümde kendime en sevdiğim masalın sonunu
hediye etmeye karar vermiştim. Annem odaya geldiğinde belki ilk defa beni yatırmasını
beklemeden çoktan yataktaydım. Hemen okumaya başlamasını, masalın içinde dalmayı
istiyordum.
Kendimizi masalın içinde bulmamız
beş dakikamızı aldı. İlk birkaç cümle okunurken Bay Büyücü, saat tam gece yarısını
bir dakika geçtiğinde "İyi bir yaş olsun çocuk!" diye bağırarak
ellerini havaya kaldırdı. Kendimi masalın ilk cümlesinde buldum. "Uzak
bir ülkede, serin suların, yeşil çayırların sardığı bir kasabada, çocuğun teki
yaşarmış..." diye başlıyordu. "Bu çocuk Bay Büyücü!" diye bağırdım,
Gölge sessiz olup son cümleye kadar kendimi fark ettirmemem için uyardı. Ama
şunu söylemeliyim ki, masal diyarı deyip geçtiğiniz yer, dünyanın yarısının
gitmek için yaşadığı cennetin kendisi. Neyse ki son cümleye geldik. "Bay
Büyücü ve Gölge için henüz icat edilmemiş her şey, birer baş belasına
dönecekmiş," diyordu. Korkmaya başlamıştım. Gölge ve ben oturduk. Bay
Büyücü arkasını dönmeden elini havaya kaldırarak masalın içinde yürümeye devam
etti. Bundan sonrasını benden dinlemeseniz daha iyi olur. Dilim varmıyor.
"...Derken, Bay Büyücü, kendisini, eski zamanların cenaze törenlerinden birinde bulmuş. Simsiyah tenli, başı çakaldan bir adam, elinde mumya bezi rulosuyla bir ölünün başında dikilmiş, bizim dilimizde olmayan şeyler bağırıyormuş. Bay Büyücü, kabus gören bir kedi gibi olduğu yerde titremeye başlamış. "Zamanı kızdırmamalıydım," diye düşünmüş. Bir boşluğun içinde ne kadar süre geçirirsen, boşluk, ayak bileklerini o kadar çok kemirirmiş. Bir adım dahi ileri gidemezmişsin. Bay Büyücü zamanı kızdırıp onun insana vermediklerini inatla almaya çalıştığı için tehlikenin ortasına düşmüş. Bay Büyücü, korkudan altına kaçırdığından bunları düşünemez olduğu için sözü, çakal başlı mumyacı devralmış.
"Sen gölgenin boşluğunda çok zaman geçirdiğin için ileri adım atamayacak hale geldin de ondan mı bu kadar geri dönmek zorunda kaldın Bay Büyücü?" diye söze başlamış çakal baş..."
"...Derken, Bay Büyücü, kendisini, eski zamanların cenaze törenlerinden birinde bulmuş. Simsiyah tenli, başı çakaldan bir adam, elinde mumya bezi rulosuyla bir ölünün başında dikilmiş, bizim dilimizde olmayan şeyler bağırıyormuş. Bay Büyücü, kabus gören bir kedi gibi olduğu yerde titremeye başlamış. "Zamanı kızdırmamalıydım," diye düşünmüş. Bir boşluğun içinde ne kadar süre geçirirsen, boşluk, ayak bileklerini o kadar çok kemirirmiş. Bir adım dahi ileri gidemezmişsin. Bay Büyücü zamanı kızdırıp onun insana vermediklerini inatla almaya çalıştığı için tehlikenin ortasına düşmüş. Bay Büyücü, korkudan altına kaçırdığından bunları düşünemez olduğu için sözü, çakal başlı mumyacı devralmış.
"Sen gölgenin boşluğunda çok zaman geçirdiğin için ileri adım atamayacak hale geldin de ondan mı bu kadar geri dönmek zorunda kaldın Bay Büyücü?" diye söze başlamış çakal baş..."
Bu masalda bir sorun var diye
düşündü Bay Büyücü. Masala Gölge'yle başlamıştı. Ama şimdi Gölge, çocuğun yanında,
masalın ortasındaydı. Bu yüzden masal normal gitmiyordu. Çakal baş ile tek başına
mücadele edemezdi.
Bay Büyücü, masalın devamında yalnız kaldığı için öyle korktu ki, çakal başlı adamın herhangi bir sözü, onun için emir olacaktı. Değneğini çoktan birkaç cümle önce, çakal başlının ilk konuştuğu yerde elinden düşürmüştü. Her masalın mutlu bitmesine ne gerek, dedi Bay Büyücü, bütün umutsuzluğu tek nefeste içine çekerek. Antik çağın ölü rehberi, Bay Büyücü'nün bu halinden faydalanıp, onu yaşam suyu veren tanrıçanın ağacına göndermek istedi. Bay Büyücü, zamanda geri gitmeyi, geldiği zamanda geçerli olmayan bir tanrıçanın ağacına gitmek için göze almadığını söyleyecek kadar cesaret bulsaydı, belki Gölge ve çocuğun yanına dönebilirdi.
Bay Büyücü, masalın devamında yalnız kaldığı için öyle korktu ki, çakal başlı adamın herhangi bir sözü, onun için emir olacaktı. Değneğini çoktan birkaç cümle önce, çakal başlının ilk konuştuğu yerde elinden düşürmüştü. Her masalın mutlu bitmesine ne gerek, dedi Bay Büyücü, bütün umutsuzluğu tek nefeste içine çekerek. Antik çağın ölü rehberi, Bay Büyücü'nün bu halinden faydalanıp, onu yaşam suyu veren tanrıçanın ağacına göndermek istedi. Bay Büyücü, zamanda geri gitmeyi, geldiği zamanda geçerli olmayan bir tanrıçanın ağacına gitmek için göze almadığını söyleyecek kadar cesaret bulsaydı, belki Gölge ve çocuğun yanına dönebilirdi.
"...Bay Büyücü her yerde
sihirli değneğini arıyormuş. Çaresizlik içinde, gerçekten sihirli olsa
kaybolmazdı, diye iç geçiriyormuş. Ama, çakal başlı çoktan, üzerinde Ölüler
Kitabı yazan büyük kitaptan okuduğu, masal dilindeki bir büyüyle Bay Büyücü'yü
Susuz Ruh Kuşu'na çevirmiş. Ölü, yeniden
hayata döndüğünde cılız bir ruha sahip olmasın diye bereketli bir ağaçtan yaşam
suyu almak için kanat çırpmış Bay Büyücü. Bir zamanlar, uzak bir ülkede, serin
suların, yeşil çayırların sardığı bir kasabada, çocuğun teki yaşarmış. O çocuk
şimdi ölü sulayan bir Susuz Ruh Kuşu'na dönüşüvermiş. Henüz icat edilmemiş
şeyler de, öylece kalmış. Masal da burada bitmiş."
Yorumlar
Yorum Gönder