Sirius'ta Yıldız Çiçeği Bahçesi İçin Nasıl Uçtum

Korku, damarlarımı birbirine bağlayıp sonu başına çıkan bir yol inşa etti içimde. Parıltılı bir parçanın üzerinde, dört tarafı denizlerle çevrili olmayan bir adaya ihtiyacımız vardı. Dünya yok olmak üzereyken burada olamazdın.
Seni yeryüzünden kurtarmalı ama ondan büsbütün koparmamalıydım. "Öyleyse göğe çıkalım!" dedim. Seni oyalamak istediğimi düşündün:
"Sen ve senin gerçek hayatta karşılığı olmayan çözümlerin."
Kocaman olmasa da herkesten daha farklı şeyler gördüğüne emin olduğum gözlerini, kepçeyle ev yıkar gibi önüme devirdin. Bu bakış, ne kadar alçak fikirlerim olduğunu bana anlatmalıydı. Çünkü sen bunu söylemeye tenezzül bile etmezdin. Bu gecenin diğerlerinden bir farkı olması gerekiyordu. Aydınlık her yok olduğunda, gökyüzünün sokak lambaları her yandığında (bununla yıldızları imâ ettiğimi artık biliyordun) sana yeryüzünde olmak zorunda olmadığımızı söylemekten sıkılmıştım. Artık olmayabileceğimizi göstermeliydim. Üstelik bunu sana yıldızların birinde otururken kanıtlamış olmanın huzuruyla göstermeliydim. Sonra yıldız tozları beni hapşırtırdı, sen sırt üstü uzanır daha da yukarıları seyretmeye başlardın. Aşağıdaki altı milyar insan yıldızları seyrederken sen yıldızlardan birinde uzanmış uzay ışıklarını izliyor olurdun. Bir yıldızın ömrünün iki yüz milyar yıl olduğunu düşünürsek, uzun süre daha burada olabilirdik.
Bakışlarını yerden toplayıp bahçeye çıktın. Oyuncak reyonundaki çocuklar gibi ayaklarını yere sertçe vurarak dünyayı titrettiğini sanıyordun. Ellerini yumruk yapmış, ayaklarında eş zamanlı olarak yere doğru savuruyordun. Ses tellerinin bundan iyisini yapamayacağına emindim. Kulaklarım duymaktan vazgeçmek istiyor olabilirlerdi. Yine de çığlıklar içinde söylediklerin bile aklıma kazıyacağım cümleler olacaktı. 
"Senin yeryüzünde olmak gibi bir derdin yoksa yarın köprüden atla. Ama sakın etrafına biriken ahmaklar yığınına ve yüzüne zum yapan kameralara 'Biraz sonra yıldızlarda oturacağız,' falan deme!"
Söylediklerinin bu kadarını işittim. Bundan sonrası bir filmin seyircileri ağlatmak isteyen son sahneleri gibiydi, yani benim için. Sen olmasını istediğin her şeyi yaşamayı biliyordun. Çevredeki her şey bulanıklaşmıştı, bir tek sen nettin. Ben ağzından benim için çıkan nefret dolu kelimelerden kurşundan kaçar gibi kaçıyordum. İsabet edenlerin kurşundan daha az acıttığı da söylenemezdi. Cümlelerin bitene kadar her biri için metrelerce savruldum. Sonunda sessizliğe gömüldüğünde ben yıldız çiçeklerinin önünde uzanmıştım. Her haline bayılıyordum. Şu çiçeklerin toprağa yayılan kökleri gibi içime sığıyordun. Eskiden sevdiğin şefkâtli ses tonumla "Boğazın acıyorsa masada ılık su var," dedim. "Yıldızlarını sularsın," derken dudakların titriyordu.  
Uzun zamandır dudak çizgilerinin yukarı doğru kıvrılmadığını fark ettim. Sen bahçenin içinde bir şey arar gibi dolanırken düşündüğüm sadece buydu. Sana en son ne zaman güldüğünü soracak cesareti gözlerimi diktiğim aydan ya da yıldızlardan bile alamıyorsam gerçekten zor durumdayız demekti. 
***
Sırtımızda ikişer kanat ya da altına saklanıp gizlenebileceğimiz bir pelerin belirmedikçe yeniden gülümsemeyeceğini biliyordum. Sırf bunu bildiğim için inat etmemiş miydim zaten? Ve sen bunu istediğim  için o gece kenara çekilip "Uçamayacaksın oralara kadar," dememiş miydin? "Uçabilsen bile av sezonuna falan denk gelirsin sen." Sen büyük bahçenin ortasında duruyorken ben gözlerimi yıldızlardan söküp yanına kadar gelmeye cesaret etmiştim. Beklenmedik bir şey olduğu için uzak dur demeye fırsat bulamamıştın. Elimle başının arkasını kavramıştım. Sana her dokunuşum, yeni doğmuş bebek kafasına gösterilen hassasiyetteydi. Hâlâ bir aptal gibi tek derdim canının yanmamasıydı. Nazikçe başını yukarı kaldırıp gözlerini gökyüzüyle kavuşturdum. Yıldızlara bakmanı söyledim. Seni ikna edecektim. Onlar gibi uçabilirdim. Görünmez iplerle gökyüzünde asılı kalabilirdim. Onlardan biri olacak kadar parlayamasam da dilersen seni de yanımda götürebilirdim. Biz görmek istemezsek kanatlarımız sonsuza dek belirmeyebilirdi. Orada dudakların hiç titremezdi, söz. İstediğin gibi tüm insanlardan daha üstte olurdun. Sevişmek ah ne hoştur, yıldızların üstünde, bile demiştim, içimden şarkı sözlerini yazandan af dileyerek. Sana bunları söylemiştim. İşin doğrusu, vadetmiştim. Sonra sana "Bu devirde kim kime gökyüzünde asılı kalmayı vadediyor ki?" der gibi bakmıştım. İlkokulda soruyu en hızlı çözme yarışını kazanınca da böyle bakıyordum. Ben az önceki cümlelerimle gurur duyuyordum. Sense benim sayabileceğimden daha uzun saniyeler boyu sustun. Bu kadar saniyeyi altmışa bölsek kim bilir kaç dakika susmuştur, diye iç geçiriyorken sen inkâr edemeyeceğim sözlerle yeniden bağırmaya başladın: "Hastalıklı düşünüyorsun. Ben yıldızların arasında çürük bir et parçası gibi kokuşmak istemiyorum. Diğer insanlardan üstte değil, üstün olsun istiyorum. Sadece üstte olmak istesem çok katlı bir apartmanın çatısına çadır kurardık değil mi? Neden kafanın içi için film çektirmiyorsun? Bu ayrımı kendi başına yapacak bir beyin var mı baksınlar."
"Boğazın acıyorsa masada ıl..." Elinin tersi ağzıma izinsiz iniş yaparak bu cümlenin bitmesine izin vermedi. Ses tellerine gittikçe hayran kalıyordum. Sahibine bu kadar uyumlu teller kaç kişide vardı ki?
***
Masadaki ılık suyla yıldız çiçeklerini suladım. Şimdi gerçekten benden tiksiniyor olmalıydın. Onlarla seni iyileştirip içindeki öfkeyi yüzüme kusma seanslarını beslemeyi sana defalarca teklif etmeme rağmen. Tek başına halledebileceğin cümlesi ataçla diline tutturulmuş gibiydi. Birinci tekil şahısla kurduğun cümleler artık bu evdeki varlığımı kuşkulandırıyordu. Günümüzde filozof bile kalmamışken "Acaba ben var mıyım?" sorusu neden benim için güncelliğini korusundu? Görünmez olduğuma ikna olmuştum. Üstelik buna, beni gördüğünden en çok emin olduğum kişi inandırmıştı. Oysa gerçekten bana ihtiyacın olduğunu düşünmüştüm. Seni kemiren eksiklik hissini tek hamlede yutmak için bana gerek olduğu fikri, her gece Ay'ın belirginleşmesi kadar sorgulanamaz gelmişti. Bu yüzden yeryüzündeki herhangi bir insanın sana verebileceklerinden daha fazlasını sunmak gibi bir görev edinmiştim kendime. Her gözünü açtığında uyanmak istemediğini söylediğin günleri, iple çektiğin hâle ben getirmeliydim. Uyumak üzereyken nefret ettiğini sayıkladığın insanları görünmez yapmalıydım, en azından senin için. İçinde dilediğin gibi salınabileceğin bir şato yapamazdım, keşfedilmemiş çiçeklerle bahçeni donatamazdım. Ama çok istersem buradan gidebilirdik.
Teslim olduğum biri var. Şurama şato kurmuş, elimi göğüs kafesimde görmelisin, emirlerine hazır olduğum gür bir sesten söz ediyorum. Saç tellerimden ayak ucuma kadar yayılmış kötü huylu ve kokuşmuş bir tümör gibi yaşıyor benimle. Her egemenliğin yaymaya çalıştığı ilkeleri varsa, benim gür sesli tümörüm korku ile hüküm sürüyordu. Ama o bile sana hayrandı. Aramızdaki kalın duvarda küçük bir delik açtığını görsem ellerimle yanına sızıp seni kurtaracaktım. Neyden olduğunu sorma. Cevabın kendimden olmasından korkuyorum. 
Beklenmedik şeyleri hep ben yapmıyordum. Sana söylediklerimi gerçekleştirebilmem için aklında nokta kadar bile olsa yer ettiğini görmek bana yetecekti. Sen de nihayet bana bunu bahşettin. Duvardaki tuğlalardan birini ince parmaklarınla itip düşürdün. Yıldızlarda yaşamak çok matah bir şey olsa yıldız çiçekleri neden toprağın altına kök salsın ki, dedin. Demek benim perim yıldız çiçeklerimiz de bizimle yıldızlardan birinde yaşasın istiyordu. Karanlığa gömülmüş içime meşale yakmıştın. Cevap vermedim. O mutlulukla içeri koştum. Geceyi onlarca yıldızı araştırarak sabaha bağladım. Ömrü uzun ve kütlesi büyük bir yıldız seçiyordum bizim için. Yıldızların ömrü kütlelerine bağlıymış. Yıldızın kütlesi küçükse, ömrü daha uzun oluyormuş. Bu seni sevindirmezdi ama benim içime lunapark bile kurabilirdi. Kutu gibi bir yıldızın üstünde sen, ben ve alabildiğince yıldız çiçeği... Seçimi sana bıraksam Güneş'ten sonraki en büyük kütleli yıldızı seçerdin, ömrünün kısa olacağını hesaplayamadan. Güneş'in sıcaklığı seni eritecek olmasa onu bile seçebilirdin. Neyse ki erimek henüz işine gelmiyordu. Küçük kütleli bir yıldıza yerleşip yaklaşık iki yüz milyar yıl sonra bir beyaz cüceye dönüşerek hayatımızın son bulması fena fikir gibi gelmiyordu. Bilindik takım yıldızlarından birinin içine gidecektik. Seni bir yıldızın perisi olmaya götürecektim. Belki gittiğimiz yerde artık adın şöyle anılacaktı: Sirius Perisi. Buradan bakıldığında göz kırpıyor gibi gelen yıldızlar olur ya. Yanıp sönüyor gibi görünen. Mavi ve beyaz. Kırmızı yıldız çiçeklerimiz ve Ay gibi yüzün, bu yıldıza çok yakışacaktınız. Gemiciler senin ışığında yön bulsun istemez miydin? Mitolojilerde adına tapınılsın, biri sana bakıp dilek tutsun... Sirius'un kendisine anlatsak iki yüz milyar yılı sırf bu duyguyla geçirmek isterdi. 
Süreç belliydi. Tek yapmam gereken omuzlarımdaki kanatlarımın ya da sırtımdaki pelerinin orada olduğuna inanmaktı. Bu şartı fazlasıyla sağlıyordum. Başkasının aklına gelmeden o yıldıza gitmeliydik. Nasıl olacağı hakkında hiç şüphem yoktu. Öyle pencereden çıkıp yeni evimize gidecektim işte. Yanımıza birbirimizden başka hiçbir şey almamıza gerek olmayan bir taşınmaydı. Sirius, ihtiyacımız olan her şeyi çoktan hazırlamış olmalıydı. Önden ben gidecektim. Bu günün gecesi, yıldız çiçeği tohumlarıyla birlikte. Birden bire. Sana haber verip sürprizi bozmak gibi bir hata yapmayacaktım. Oraya gidip çiçeklerimizi dikecektim. Can sularını senin dökmeni bekleyecektim. Sonra senin için yıldız tozlarından tepeleme, yumuşacık bir yatak hazırlayacaktım. Yolda yorulmuş olacaktın. Sonra buraya geri dönüp gözlerini sımsıkı kapatmanı tembihleyip boynumu sıkıca tutmanı söyleyecektim. Hiç dinlenmeden, yolda mola vermeden seni yeni evimize götürecektim.
Tüm bunların bir gece sürecek olması kalbimin ağzımdan çıkmaması için ikna olmasını zorlaştırıyordu. Yüzün asırlarca gülecekti.
Gece oldu.
***
Sen evin bir köşesinde sır gibi saklanıyor olmalıydın. Benden ya da başına gelebilecek herhangi bir şeyden süresiz olarak kaçıyor olmalıydın. Seni aklına dolanan yılanlardan kurtaracak ilk adımı attım, pencere pervazına doğru. Gerekli gereksiz ne varsa ayaklarımın altında ezdiğimi bilerek adımlarımı peşisıra birbirinin arkasına taktım. "Neredesin," diye bağırdım, "her şeyin mümkün olduğu gecelerden biri." Uzun uzun bahsedebileceğim gözlerini kırpmadan sese doğru çevirdiğini görür gibiydim. Bağırma hakkı bana geçmiş gibi sıramın hakkını vermeye çalışıyordum. "Daha dur! Bu var ya bu," adımlarımı işaret ediyordum, "senin için dünyada attığım adımların sonuncularından biri. Yıldızlarda ayak izlerimiz olacak."
Dayanamayıp gelmiştin. Sen geldiğinde çoktan uçuş pozisyonumu almış rüzgârın benim yönüme esmesini bekliyordum. Hep özendiğim şeyi yapmıştım. İşaret parmağımı ağzımda ıslatıp havaya dikmiştim. Hatta belki parmak ucum Sirius'u işaret ediyordu. Kapıda belirmenle rüzgârın bana ilk ve son şansı vermesi bir oldu. Omuzlarımı silkip kanatlarıma gerekli talimatı verdim: Sirius'a!
***
Kanat çırpmalarımı hissetmiyor olmam normal değil mi sevgilim? Uçuyor gibi de değilim. Daha önce uçtun sanki, deme. Bu daha çok rüzgâr sırtımı, ben sert bir zemini tırmalıyormuşum hissi veriyor. Ay tam tepemde şişkin göbeğiyle az kaldı der gibi bakıyor. 
Ne de olsa bu bahçe ikimiz arasındaki sessizlik çukuruna alışıktı. Ama senin yüzün neden bu kadar solgun? Yıldız çiçeklerinin yumru köklerini yuvasından ayırdığım delik deşik toprak üzerinde kıpkırmızı yatıyor olsam anca böyle görünürdün. Bunlar yıldız tozları olamaz değil mi, diye soracaktım ki ses tellerin yine iyi bir iş çıkardı. Kulaklarım sert düşüşten dolayı patlamış gibi gözükse de tiz çığlığın Sirius'tan bile duyulurdu. Gözlerim kapalı uçmak daha iyi gelecek gibi. Ama gözlerimi artık kapatamıyorum. 
***
Olay yeri inceleniyor. Ağlamanı istemiyorum, tüm bunlar sen artık gül diye. Üzerimi gazete sayfalarıyla örtüyorlar. Bu işi gençten bir adam yapıyor. Gözlerim hâlâ aralık olduğu için ona burada ne işi olduğunu soran bakışlarımı fırlatabiliyorum. Yüzüme tükürmemek için kendini zor tutuyor. İnsanlar her camdan atlayanı intihar etti sanıyor diye merdivenlerin yapıldığına ikna oluyorum. Son gazete sayfası yüzüme örtülüyor. Büyük puntolu, kırmızı bir manşette şu yazıyor: İnsanlık Tarihi Değişti: İnsanlar Artık Uçabilecek Mi? 

Yorumlar

Popüler Yayınlar