Myotis Myotis Dinlenme Tesisleri
Kayıp
Rıhtım Aylık Öykü Seçkisi'nde Doksan Yedinci Ay Teması olan
"Yarasa" hakkında yazılan öyküm.
Şeşe Kuşu Bebekler ve Ölü Ruhlar Taşımacılığı A.Ş.’nin Hazin
Günü
Bölüm 1
Dünyalılarda tıp geliştikçe ölü ruhlar sektöründe işler
kesatlaştı, düşüncesiyle kolonisinden Dünya’ya doğru işe gitmek için uçuşa
geçti Şeşe Kuşu. Canı sıkkındı. Kimseyle karşılaşmak istemiyordu. Çünkü diğer
kolonilerin yarasalarının eğlenceli ve bitmeyen işleri arasında payına düşenin
mız mız bebekler ve huysuz ölü ruhlar olmasına anlam veremiyordu. Myotis
Myotis, Şeşe’nin doğduğu yarasa kolonisinin ismiydi. Koloninin çıkışında
öteki koloninin yarasalarından biri:
“Dünya’dan ölü ruhları alıp başka bir diyarın mağarasına
taşıma ve Bebekler Ülkesi Fabulinus’tan Dünya’ya can taşıma… Şeşe,
yazık size,” dedi
“Şeşe Kuşu Bebekler ve Ölü Ruhlar Taşımacılığı
A.Ş. senin yazık diyemeyeceğin köklü bir geçmişe ve itibara sahip” dedi
Şeşe, söylediğine kendisi de inanmadı.
Yarasalar arasında profesyonel taşımacılık işlerini yürüten
tek koloni Myotis Myotis’ti. Asıl işleri ölü ruhlar ve bebekler
taşımacılığının yanı sıra koloniler arası mektuplar, yarasaların yedek
kanatları, tonlarca yiyecek böcek taşımacılığı gibi işler hep bu koloniden
sorulurdu.
O gün, Şeşe Kuşu’nun bebek ve ölü ruh taşımacılığı için
üşendiği binlerce günden sadece biriydi. Kolonisinde yaşanan tatsızlıklar
yüzünden işinde odaklanamıyordu. Dünya’da işler kesat gittikçe yarasalar
arasında kargo sırası kapma yarışı başlamıştı. Şeşe ne kadar bu yarışa dâhil
olmak istese de huzursuzluktan etkileniyor, canı çalışmak istemiyordu.
Koloniden çıkmadan önce arkadasından konuşulanlara tanık
oldu. Şu Şeşe bir şeyler karıştırıyor, diyorlardı, böyle bir
rekabette bu kadar sessiz kalınmaz ki canım. Şeşe koloninin kapısından
boşluğa atlamadan:
“Hayır gerzek yarasalar! Sadece bu işi yapmak istemiyorum!”
diye bağırdı.
Gözden kaybolana kadar söylenmeye devam etti, sesi uzayda
yankılanıyordu. Her zaman olduğu gibi gökyüzündeki son güneş ışığı da söndükten
sonra Dünya’ya gelip son bir gündür bedeninden ayrılan ölü ruhların toplanma
noktasına gidecekti. Bugün yanında Myotis Myotis’e götürmek üzere üç çift
yedek yarasa kanadı ve birkaç paket dondurulmuş böcek ve gizli mektuplar vardı.
Öyle üşeniyordu ki, ölü ruhları Dünya’dan götürdükten sonra
gidip Fabulinus’tan alması gereken bebekleri, daha Dünya’ya varmadan, koloniden
ayrıldıktan sonra uğrayıp aldı. Taşımacılık yönetmeliğine aykırı bu hareketin
ortaya çıkmayacağından kendince emindi. Şeşe, “Dün altı bin beş yüz bir
kişi ölmüştü, evvelsi gün altı bin beş yüz beş kişi… Öyleyse bugün altı bin beş
yüz üç bebek getirsem neredeyse eşitlemiş olurum,” biçiminde Myotis
Myotislerin yüz karası sayılacak bir hesapla bildiğini okudu.
Fabulinus’tan Dünya’ya tamı tamına altı bin beş yüz üç bebek
getirdi, kaç ölü götüreceğini bilmeden. Fakat o gün, Dünya, ölü ruhlar
konusunda cimri çıktı. Alem yine batmış, dedi Şeşe. Üç bebek fazla
geldi. Birbirine yapışık yarasa parmaklarına gıcık olarak tek tek saydı
Şeşe: Altı bin beş yüz ölü ruh, peh! Gün aymadan sayımı bitirip
Dünya’dan ayrılmak zorundaydı. Dünya’nın kapı eşiğinde bekleyen ölüm perisinden
fiş kestikten sonra kaçak üç bebek ağlamaya başlamadan evvel gezegenden
ayrılmalıydı.
Şeşe, Dünya’nın tüm aksilikleri art arda göndermeyi
sevdiğini biliyordu. Şimdi koloniye gidip hesapları karıştırdım desem, öne
geçmek için fazla iş yapmaya çalıştım sanacaklar, diye homurdandı. Yapacağı
açıklamayı düşünürken yanındaki yedek yarasa kanatlarını, böcekleri ve
mektupları orada bırakmayı unuttu.
Fabulinus’tan gelenlerin poposuna “Bebekler
Ülkesi’nden” etiketi, ruhların popo kısmına “ölü ruh” etiketini
yapıştırdığı her birini kanatlarına yerleştirip uçuşa geçmeye hazırlanırken bir
ölü ruhun adım adım uzaklaştığını gördü. Zaten iyi gününde olmayan Şeşe iyice
sinirlendi ve kaçak ölü ruhun arkasından:
“Nerelisin bilmem ama o geri dönmek istediğin bedenin ya kül
olmuş bir vazoda uçuşuyordur ya da toprağın kaç kat altında yem oluyordur!”
diye bağırdı. Olduğu yerde kalan ruh, aynı adımları bu kez Şeşe’nin kanadına
doğru atmaya başladı. Şeşe tam içini dökememişti, söylenmeye devam etti: Ölüsü
de dirisi de aynı bunların ha! Yarasalar kör değil niye anlamıyorsunuz? Sadece
şahin gözlü değiliz, her şeyi fırsat bilin Dünyalılar! Güzellikle bin, gidelim
işte, bedeninden çıktığın gün buradan ayrılmazsan sonsuza dek
hapsolacaksın. Ruh, Şeşe sözlerinin yarısına gelmeden kanattaki yerini
almıştı bile, uçup gittiler. Şu Dünya’nın tüm yükü benim omuzlarımda, dedi
Şeşe Kuşu, geniş kanatlarında günün hâsılatını taşırken:
Bugün Dünya’dan çıkarılması gereken ölü ruhlar ve fazladan
üç bebek.
Ölü ruh, Şeşe’nin kafasını karıştırdı. Bebekler, ölü
ruhların arasına karıştı. Gişeden kolaylıkla geçti. Ölü ruhlar, artık Dünya’da
değildi.
Bölüm 2
Şeşe, Dünya’nın çıkışından sonra ilk sapaktan keskin bir
dönüş gerçekleştirdikten sonra ilk mola istasyonunda durdu.. Myotis Myotis
Dinlenme Tesisleri’ne geldi. İhtiyaçlarını giderebilmek için kanatlarındaki ölü
ruhları bırakmak üzere Ölü Ruhlar ve Kayıp Eşyalar Odası önünde
durdu. “Sen onca yıl Dünya’da yaşayabildikten sonra kayıp eşyalarla aynı
odaya koysunlar,” dedi.
Ölü ruhlardan biri, çöp arabasının arkasından çukura
boşaltılır gibi odaya atıldıkları sıra bebeklerden birinin üstüne düştü. O ana
kadar aralarında görünmeyecek kadar küçük üç bebeğin olduğundan habersizlerdi.
Neyin üstüne düştüğünü anlamayan ölü ruh, farkına vardığında bebeğin sesi
ayyuka çıkar sanıyordu. Ruhunun altında bir bebek kaldığını anladığı an
kulaklarını tıkadı. Diğer bebek, ellerini ilk kez, ruhun kulaklarından ellerini
çekmek için kullandı. “Biz sizin bildiğiniz bebeklerden değiliz, Fabulinus’ta
böyle düşüşler olasıdır,”dedi, “üstelik sen 21 gram bir şey değil misin?” Ölü
ruhların hepsi birbirine bakıyordu. Fabulinus da neydi? Şu ana dek
gördükleri yeni doğmuş tüm bebeklerden küçük boyutta üç bebek konuşuyordu,
ruhun gramından bahsediyordu, üstelik ölü ruhlar ve kayıp eşyalar odasında!
Altı bin beş yüz ölü ruh, henüz doğmamış üç bebek ve Myotis
Myotislerin kayıp eşyaları. Tehlikeli bir oda hâlini almıştı.
Bu sırada Şeşe, “Bu yıl işler kesat, bundan sonra da böyle
gider herhalde,” diye düşünerek 50 gram şiş böcek istedi. İşlerin kötü
gitmesine duyduğu üzgünlük Şeşe’yi acıktırmıştı. Kolonisine ait Myotis
Myotis Dinlenme Tesisleri’den yakın tanıdığı olan böcek uzmanı ve mutfak şefi
Şeşe’nin yanına geldi. Masaya şimdiye dek görülmüş en yumuşak yarasa konuşunu
gerçekleştirdi. Görünen o ki, şef, biraz eğlenmek istiyordu:
“N’aber bizim yarasa?”
Şeşe sıçradı. Birkaç böcek, masanın sarsıntısıyla yere
düştü. Kısa molasının tek keyifli yanı olan böcek şişinin bir kısmı zayi olunca
sinirlendi:
“Bugün iyi kızartamamışsın, antenleri oynuyor,” demekle
yetindi.
“İşler kesat gibi Şeşe, Myotislerin bu hâle düşeceğini on
beş sene önce kim söyleyebilirdi?”
“Dünya’da durmadan yeni ilaçlar bulunuyor, insanlar
ruhlarını kolay kolay teslim etmemeye başladı.
“Fabulinus’taki bebekler isyandaymış diye duydum.”
Öyle değildi. Yalnızca Dünya’dan fazla ölü ruh çıkışı
sağlanmadığı için Bebekler Ülkesi’nde fazla nüfus oluşmuştu.
“Yav yok, bebekler ne anlar isyandan. Dünya’ya gelip ne
yapacaklarmış? Şimdi “Bebekler Ülkesi’nden” etiketiyle taşıyacağım,
birkaç on sene sonra “ölü ruh” etiketiyle. Ne bilsinler?”
Şef hiç eğlenmedi. Şu ölü ve yeni doğan kargo işinin bu
ayrıntılarını öğrenmek istemezdi. Gecelerin büyük fare kulaklı haydut kuşu
Şeşe’nin karamsarlığı, günün geri kalan böceklerinin lezzetsiz kızarmasına
neden olacaktı.
Bugün her şey ters gidiyordu.
Yemekhane konuşulanlar kayıp eşya odasından duyuluyordu.
Şeşe Dünya’da o kadar çok bağırmıştı ki sesini şeften ayırmak ölüler ve henüz
doğmamış bebekler için bile çok kolaydı. Şef, keyfin yok, diyordu.
Şeşe, üç fazlalık çıktı, dedi, bugün hesabı karıştırdım.
Ölü ruhlar, bilmedikleri bir diyarın mağarasına gitmek
istemiyordu.
“Dönsek ne yapacağız?”
Ruhlardan biri, Dünya’da kalıp ölümünden sonra ailesi ve
arkadaşları arasında devam eden hayatı yakından görmek istediğini söyledi. Bir
tanesi ölü ruh olarak gidip bir canlının boş anını denk getirip bedenine
girmeyi kolluyordu. Bir başkası ise öldükten bir sonraki güne aldığı tren
biletini kullanmadan o trene binip müthiş bir yolculuk yapmak istiyordu
Ölü ruhlardan biri bebeklere sordu, siz neden bizimle
Dünya’ya dönmek istiyor olabilirsiniz ki, dedi. Dünya’da onca sene yaşamış
birinin bu hevese hak vermesi pek mümkün değildi.
İlk bebek, “Ben doğmak, etrafı kolaçan etmek ve geri dönmek
istiyorum,” dedi. Ölü ruh, annesinin yıkılacağını söyledi.
İkinci bebek, “Ben Dünya’ya gitmek istemiyorum ama bunca
yolu yarasanın kanadında geri dönmeye de hiç niyetim yok,” dedi. Ölü ruh, bu
akıl yürütme biçimiyle Dünya’da mutsuz olacağını söyledi.
Üçüncü bebek, “Bebekler Ülkesi’nde hiç yer kalmadı,
bazılarımızın acilen içinden çıkması gerek, insanlar sağlıklarını iyileştirecek
yeni şeyler buldukça nüfusumuz orantısız arttı,” dedi. Ölü ruh, aynı sağlık
imkânlarına bir gün onun da çok ihtiyacı olabileceğini söyledi.
Dünya’ya gelmeden başına dünya dertleri üşüşmüş üç bebek
aynı anda, “Bizim oralarda bunlar dert edilmez,” dedi. Hadi bakalım, dedi ölü
ruh, siz de görün benim yaşımı.
İçeriden hâlâ Şeşe ve şefin konuşmaları geliyordu.
“Sorup duruyorum çünkü bebekler, böcekler ve kanatlar da ölü
ruhlarla aynı odada kaldı şef.”
Myotis Myotis Dinlenme Tesisleri’nde kayıp eşya odası
konukları yedek yarasa kanatlarını ve böcekleri geç hatırladı, ama
hatırladılar. Şeşe ile şefi dinlemek işe yarıyordu.
Fısıldamalar odada uğultu hâlini aldı. Bebekler yine olanları
tam olarak anlamıyordu. Ölü ruhlar için bundan daha iyi bir ortam olamazdı.
“Dünya’ya dönene kadar yetecek yemeğimiz var.”
“Ölüler acıkır mı, henüz bilmiyoruz ki.”
“Sen yaşarken de böyle her şeyi sorgulardın.”
“Sen Dünya’da beni tanıyor muydun ya?”
“Ne mal olduğun bağırıyor. Tanımama ne gerek?”
“Bebekler ne olacak?”
“Onları kendimize yük edemeyiz. Daha nasıl uçacağımızı bile
bilmiyoruz.”
“Kayıp eşyalar arasından işe yarar bir şey çıkar mı dersin?”
“Önce ne yapacağımızı bilmemiz gerekiyor.”
“Önce ne yapacağımızı bilmemiz gerekiyor.”
Meraklı bir ölü ruh eşyaları karıştırırken bulduklarını
gösterip:
“Belki de ne yapmamız gerektiği bu kırmızı mühürlü
mektuplarda yazıyordur,” dedi.
Ölü ruhlardan bir kısmı aralarında bölüştüğü mektuplardan
hiç olmazsa ne yöne gitmeleri gerektiğini anlamaya çalışıyorlardı. Bir mektubun
içinde yarasa eliyle çizilmiş bir harita bulundu. Ölü ruh, tesisten sola
dönünce öteki taraf, dedi. Mektupları okumayı burada bıraktılar.
Bu andan itibaren ölü ruhlar ve bebeklerin başına
geleceklerden hiçbir Myotis Myotisli mesul olmayacaktı.
Kurnaz kafalarda karşı konulmayacak planlar dönmeye başladı.
Ölü ruhlar kendi aralarında iş bölümü ve böcek paylaşımını yapıyordu. Yedek
yarasa kanatlarının nasıl kullanılacağı hakkında ölü ruhların hiçbir fikri
yoktu.
Bölüm Üç
Şeşe böcek şişini, oynayan antenlere aldırmadan yedi.
Hepsini, her parçasına kadar yedi. Buradan çıkınca ne yapacağını düşündü. Ölü
ruhlar mağarasına daha çok vardı. Hadi gitti diyelim, her adımda altı bin beş
yüz ölüden bir tanesi söylenmeye başlayacaktı. Hiçbir Belki de önce bebeklerden
kurtulmalıydı.
Bir yandan şef konuşuyordu. Şeşe’ye alternatif yarasa
meslekleri buluyor, daha sonra onların artı ve eksi yönlerinden bahsediyordu.
Uzay temizliğine çıkarsa mesai saatleri belirsiz olurmuş, yarasalar düzensiz
hayata gelemezmiş. Dünya görevlisi olursa asıl o zaman perperişan olurmuş Şeşe.
Dünya’nın insanlar için bin bir türlü hâli varsa yarasalar için olanları
sayacak kadar sayı yokmuş. Hadi hiçbiri olmadı diyelim, Dünya’da gündüzleri ne
halt edecekmiş? Şeşe, iyi kötü şirketimiz var, dedi, bana iş
arayacağına bin yıldır yaptığın tek yemek olan böcek şişi geliştir.
Şefin damarına basmayı sonunda başarmıştı. Masanın bir
ucundan ayaklanıp ellerini sertçe masaya vurduğu anda Myotis Myotis
Dinlenme Tesisleri’nin içinden üç çift yarasa kanadı ve üstünde hızdan
ötürü anlaşılmayan şeyler geçti. Büyük bir gürültü koptu. Şeşe ile
şef donup kaldılar.
Üç çift düzgün çırpılmayan yarasa kanadının bir yarasaya ait
olmadığına neredeyse emin gibilerdi.
Görüntü gözden kaybolduktan sonra bile, hâlâ sesleri
geliyordu.
Şeşe yerinden fırladı. Ne olduğunu henüz bilmiyordu ama ortada sağlam bir küfrün abartı kaçmayacağı bir şeylerin döndüğü kesindi. Koloninin kendine özgü dilinde önünden geçenlerin yakınları hakkında epey ağır konuşuldu.
Şeşe yerinden fırladı. Ne olduğunu henüz bilmiyordu ama ortada sağlam bir küfrün abartı kaçmayacağı bir şeylerin döndüğü kesindi. Koloninin kendine özgü dilinde önünden geçenlerin yakınları hakkında epey ağır konuşuldu.
Şeşe, peşlerinden uçtu. Anlık şaşkınlıkla nereye doğru
gittiklerini bilmiyordu ama onları bulmalıydı.
Myotis Myotis Dinlenme Tesisleri’nin çıkışına kadar
geldikten sonra uzay boşluğunda uçuş izi arıyordu. Ne yöne gittiklerini belli
edecek bir iz bulmak için büyük bir boşluk vardı önünde. Tesisin kapısından
etrafa bakıp hangi tarafa uçması gerektiğine karar verirken zaman kaybediyordu.
Yarasa içgüdülerine güvenerek Dünya’ya doğru kanat çırpmaya
başladı. Diğer yöne gitmelerine imkân yoktu. Daha Myotis Myotis
Dinlenme Tesisleri hava sahasından çıkmadan ters yönünden büyük bir
gürültü daha koptu. Şeşe, kanatlarını yüzüne kapatarak sert bir fren yaptı.
Gözlerine ufak gök taşları geliyordu.
Arkasına bakmaya cesaret edemedi. Az önce hangi yöne
gideceğini düşünürken öylesine –Diğer yöne gitmelerine imkân yok.- demiyordu.
Tesisten çıkınca sağ tarafta Dünya, karşı tarafta ölü ruhlar mağarası ve
Fabulinus Bebekler Ülkesi, sol tarafta ise öteki dünya vardı. Şeşe, “Cennet
ile cehennemin ortasındaki yol ayrımı duvarına tosladılar herhalde,” dedi.
Etrafı kolaçan etti. Kimsenin kendisini görmediğinden emin olduğu zaman
kolonisinin gezegenine doğru uçmaya başladı. Hiçbir zaman yedek yarasa
kanatlarının nasıl o odadan çıkarıldığını, kimlerin uçtuğunu bilmeyecekti.
Ama siz bilebilirsiniz.
Bölüm 3.4
Olay aynen şöyle oldu:
Myotis Myotis Dinlenme Tesisleri’ndeki ölü ruhlar en
son, sizin de bildiğiniz üzere, Ölü Ruhlar ve Kayıp Eşyalar Odası’nın
içinde ellerinde olanları kullanarak buradan nasıl kaçacaklarını
planlıyorlardı. Şeşe’nin söylediklerini dinleyerek altı bin beş yüz ölü ruh ve
üç henüz doğmamış bebekle birlikte odada üç çift yedek yarasa kanadı, birkaç
paket böcek ve koloni üyelerine bilgi sızdıran mektuplar vardı.
Ölü ruhlar kayıp eşya odasında kanatları ve mektupları bulduğunda
tek sorun bunları nasıl kullanacaklarıydı. Hararetli tartışmalarla en hızlı
yoldan buradan nasıl kurtulacaklarını hesaplıyorlardı:
“Bu kanatları kullanarak uçabiliriz.”
“Yapma ya, biz de bunlar ne işimize yarar acaba
diyorduk, sağ ol!”
“Keşke…”
Çözüm üretmeyen tartışmalarda potlar kırılıyordu.
Çözüm üretmeyen tartışmalarda potlar kırılıyordu.
“Ben derim ki hiçbir kayıp eşyaya bulaşmayalım. Hiçbirimiz
mağaraya gitmek istemiyoruz. Kayıp eşyanın bir şekilde izini sürerler de bizi
yolda yakalarlarsa hemen oraya götürürler.”
“Doğru, Dünya’ya giderim daha iyi.”
Ölü ruhlar Şeşe’nin dinlendiği saatler boyu planlar yaptı,
bozdu. Kurtuluşlarının hangisinde olduğuna emin olamıyorlardı.
Bebeklerden iki tanesi konuşmaları anlamaya başlamışlardı.
Duydukları hiçbir cümlede kendilerinden bahsedilmediğini görünce varlıklarını
belli etmeye çalıştılar. Bir tanesi tiz bir çığlık attı. Ölü ruhlar irkildi.
Hiçbir planın sahip olmadığı ikna edicilikte bir doğmamış
bebek çığlığıydı. Ruhlardan biri diğerinin kulağına eğildi, bir şeyler söyledi.
Öteki duyduklarını düşündü, yanındakine söyledi. O yanındakine söyledi, o da
yanındakine… Artık odadaki bütün ölü ruhlar bir konuda hem fikirdi:
Üç çift yedek yarasa kanadının gövdesi, üç doğmamış bebek
olacaktı.Üç bebek yan yana, kendilerine sırıtarak bakan altı bin beş yüz ölü
ruhun suratına bakıyordu.
Ruhlardan biri hız kesmeden yeni bir konu açtı:
Ruhlardan biri hız kesmeden yeni bir konu açtı:
“İyi de o şekilde nereye gideceğiz?”
Bu kez saatlerce tartışılmayacaktı. Ölü ruhlardan çoğunluğu
sağlayacak sayıda ses “Öteki tarafa!” diye bağırdı. Kimseden başka bir ses
çıkmadı. Susanlar da cehenneme gideceğinden emin olanlardı. Fakat onlar bile
cehenneme gitmeyi mağaraya ve Dünya’ya değişmezdi. Öyleyse karar verildi.
Bebekler kendi aralarında konuşmaya başladı:
“Bu kadar ölü ruh Dünya’ya gitmek istemiyorsa, bizim de
gitmediğimiz iyi oldu galiba.”
“Ben de öyle düşünüyorum. Henüz doğmadan ölü ruhlar
mağarasına gidecek hâlimiz de yok ya. Öyleyse biz de öteki tarafa.”
Üçüncü bebek sessiz kalıyordu.
“Sen ne düşünüyorsun bebek?” diye sordular.
“Ben öteki tarafa inanmıyorum,” dedi.
Bebekler olacakları beklemeye başladı. Ölü ruhlar harekete
geçmişti. Buldukları kalın iplerle birer çift yarasa kanadını bebeklerin
kollarına bağladılar. Nasıl uçmanız gerektiğini biliyorsunuz dediler.
Bebeklerin bilmemeye cesareti yoktu. Bir şekilde gideceklerdi. Altı bin beş yüz
ruh dediğin neydi ki? Hafif, taşınabilirdi. Yolun ne kadar süreceğini
bilmedikleri için böcekleri de yanlarına aldılar.
Bebek kollarına gerilmiş kanatlara sığmak için üçe bölünen
ölü ruhlardan bir tanesi en son binecekti. Aşağıda kalıp bebeklerin kapıya
kadar ilerlemesini bekledi. Odanın kapısını açtı. Üç bebek sürünerek odadan
çıktı. Aşağıda kalan ölü ruh, Myotis Myotis Dinlenme Tesisleri’nin uzaya
açılan kapısı da açılana dek bebek sırtına atlamadı. Şeşe’nin yemek yediği
odayla tesisin çıkış kapısı uç ucaydı. Öyleyse bebekler biraz geride
bekleyecekti, ölü ruh önce sessizce ilerleyip ana kapıyı açacaktı, sonra o da
binince mümkün olan en hızlı şekilde uçuşa geçilecekti.
Bir karasinek sürüsünün kulağınızın dibinden geçtiğini
düşünün; uçan bebekler Şeşe’nin yemek yediği odanın önünden son sürat geçti.
Myotis Myotis Dinlenme Tesisleri geride kaldı.
Ölü ruhlar her bir bebeğin üstünde ikişer gruba ayrılmış
kanatları çırpıyorlardı. Biner tane ölü ruhun kaldırıp indirdiği kanatlar,
bebeklerin hemen gözden kaybolmasını sağladı. Ruhlar arkalarını kolluyordu:
Artık Şeşe’yi atlatmış görünüyoruz, yavaşlayabiliriz.
Yavaşlayamayacak kadar kendini kaptırmış bebekler, irili
ufaklı göktaşları yüzünden önünü göremez hâl aldı. Öteki tarafın girişine
geldiklerini fark edemediler. Uzay boşluğunda görünmez bir duvara çarpıp
dağıldılar. Öteki tarafın yönünü bulduktan sonra mektubun devamını da
okusalardı, öteki tarafın görünmez duvarını bu şekilde yalnızca Şeşe ve
kolonisinin geçebileceğini de bilirlerdi.
Uzaya savrulan üç bebek ve altı bin beş yüz ölü ruh ve
böcekler. Myotis Myotis Dinlenme Tesisleri’nde binlerce yıldır böyle gürültü
duyulmadı. Şeşe hepsini uzaktan dinledi.
Yorumlar
Yorum Gönder