Audhumla ve Üç Köklü Kader Ağacı Yggdrassil
Bu öykü, CosmicZion Zine adlı mitoloji, fantastik edebiyat ve uzay fanzinin İskandinav Mitolojisi/Odin temalı 2. sayısında yayımlanmıştır.
Audhumla, çılgın bir inekti. Moskenesøya’nın
bomboş, kimsenin yaşamadığı ada topraklarında otlarken gözüne kestirdiği tüm tepelere çıkar, her gün yeşilin en az yedi farklı tonunda yeşillik yemek için kendine söz verdiğinden karış karış yeşillik çeşidi arardı. Bir aralık bulup da kendi ailesinin gözünden ne zaman
kaybolsa sütlerinin sağılmaması için, büyük ağaçların altına giderek ağaç köklerine sütlerini bırakırdı. Kendi
çocukları bile sekiz bacaklı atlara binip öbür tarafa gittiğinde, Audhumla, hala bu sütlerden içerek
hayatta kalacağına inanırdı. Bu şekilde, inek türünden başka bir tür canlının bu topraklarda yaşadığını görmeyi bekleyecekti. O güne kadar...
O gün yine süt sağımı esnasında annesine yakalanmamak için
yüksek tepelerin olduğu kuzey tarafa doğru gitmiş ve daha önce görmediği türden yeşillikler, taşlar ve ağaçların olduğu bir yere gelmişti. Kendi köyünden iyice uzaklaştığına ikna olunca etrafa bakınmaya ve uygun bir ağaç kökü aramaya başladı. Moskenesøya’nın bu tarafını hiç görmemişti. Çeşit çeşit ağacın olduğu büyük alanda başını yukarı doğru kaldırdığında bak bak bitmeyen yaprakların, başını yere eğdiğinde gözünün alamadığı uzaklıklara kadar uzanan ağaç köklerinin olduğu bir ağacı seçti. İşte tam o an dank etti.
Heyecanlı ama aynı zamanda ürkek bir sesle bağırdı “Burası Reine olmalı, adım atmanın yasak olduğu sihirli diyar!” Bir inek için iddialı bir
cümle. Ne de olsa sütünü bırakıp gidecek ve belki sonsuza kadar buranın yolunu
bir daha bulamayacaktı. Tabii bu kadar meraklı olmasaydı...
Ağaç gövdelerine sarılan solucanları ve kanatları uzun tüm sinekleri
yok sayarak sütünü sağdığı ihtişamlı, göğe dek uzanan ağaç kökünde çok üşümeye başlamıştı. Bu yaşına kadar, bu ineğe
ailesi
tarafından kendine konmuş tek yasak: “Reina
topraklarına adım atarsan meme uçlarına taş tıkarız Audhumla!” olduğu için yanlışlıkla da olsa buraya
kadar gelmişken etrafı iyice
gezmeden gitmeyecekti. İlgisini çeken ağacı incelemeye koyuldu önce. Bilerek ya da
bilmeyerek, gözlerini hiç kırpmadan ağacın her noktasına özenle bakmaya başladı. Gövdesi, sıradan ağaçlar gibi kahverengi ya da tonlarından değil, griydi. Çok yaklaşınca ineği hapşırtmaya yetecek kadar
tozlu, yok yok külle kaplıydı. Audhumla, ağacın gövdesine sarkık kulaklarından birini kaldırıp yaslandığında derin nefes alma sesleri geldiğini fark etti.
Başını hafifçe gökyüzüne doğru kaldırıp bu sesin yapraklardan gelip gelmediğini kontrol edecekken bir şey daha gördü; gözlerini aşağı devirmiş süt dolu inek
memesine, kıçı göğe dikilmiş bir ineğe bakan ve gövdesine yaslanmış inek kulağından rahatsız olduğu her halinden belli olan bir çifte ağaç gözü. Gözgöze geldiklerinde, ağaç, Audhumla’nın gözlerinen kaçtı. O zaman
Audhumla anladı ki nefes alıp görebiliyor olmasını geç, bu ağaç düşünebiliyor da! Audhumla’nın aklında hemen o an dedesi Ottar’ın onu
büyüttüğü masallar canlandı:
“Audhumla, o ağaçlar öyle büyük ama
öyle büyüktür ki seni de, sütünü de yutarlar. Gözlerini gözlerine asla değdirmezler. Değdirdikleri an bil ki kökleri tuzlanır. Hem de gözlerinden akan
damlalarla. Kökleri tuzlanırsa yerden kopma tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar. Üç yüz yirmi dokuz yücenin, devin ve cücenin
yaratılması, bu ağaç için hiç iyi
olmayacaktır. Ağaçtan kaçılmalı
Audhumla, kaçılmalı ki sihirli diyarın, sihirli ağacına, dünyanın asıl sahipleri dadanamasın...” Bu masalı bir inek
sesinden dinlediğiniz zaman,
Audhumla’nın çocukluğunun nasıl travmatik
olduğunu fark edeceksiniz. İşte, Audhumla, bu masalı hatırlamasıyla,
sihirli Reine’de üç köklü kader ağacı Yggdrasil’le karşı karşıya olduğunu anladı. Görkemli dalları, yeşilin her tonuna sahip olan yaprakları ve göğe kadar uzanan gövdesiyle bulutların üzerinde
mahsur kalan “dünyanın asıl sahiplerinin” tek devası kader ağacı Yggdrasil...
Audhumla, üç kökü olduğunu hatırlayınca, dedesinden dinlediği masalın devamını hatırlamaya çalıştı. “... ve Audhumla, korkarım ki oraya her
kim giderse gitsin, asla doğru köklere
basamayacaktır. Çünkü kimse Yggdrasil’in hangi kökünün neye sebep olduğuna daha önce tanık olmamıştır. Köklerden biri, kötülüğün meskeni olan cehenneme kadar uzanır. Buna
basılmamalı Audhumla. Ve ikinci kök, devler ülkesine gider. Ve Audhumla,
sonuncu kök ise insanların dünyasına gider. Ömrün, üçüyle de karşılaşmaya yetmemeli Audhumla... Özellikle üçüncüyle...” Dedesinin bu
masalı yüzünden hayatı kararan inek, bundan sebep, sütünü sağıp, saklayıp insanı, devleri ve cehennemi
görene dek yeryüzünde otlamayı hayal ediyordu.
Başlangıçta boşluk gibi gelen bu topraklarda
Audhumla, şimdi yeni bir dünyaya
adım atmaya başladığını sezdi. Az evvel köklü kader ağacı Yggdrasil ile gözgöze geldiği için kalbi ağzında atıyordu. Hemen kulağını ağacın küllü gövdesinden
ayırıp köklere doğru indirdi. Yggdrasil,
tıpkı dede Ottar’ın masalındaki gibi biriyle gözgöze geldiği için gözlerinden tuz damlatmaya başlamıştı. Tam üç saniye bakıştıkları için üç damla gözyaşı damlatan ağacın altında duran
Audhumla, masalın devamını hiç hatırlamadığı için toprak damlaları emmeden bir şeyler yapmak zorundaydı. “Ne yapmalı? Ne yapmalı? Ne? Ne? NE?”
diye kendi etrafında debelenirken bir ayağı cehenneme giden birinci köke, diğer ayağı ise devler ülkesine
giden ikinci köke bastı. Üç tuz damlasını, vücuduna göre epey büyük kalan
diliyle tek seferde yaladığında, gözleri,
ayaklarına takıldı. Nereye bastığını, damlaları yuttuktan sonra anladı. Suratı morardı çünkü
beyninde salisede binlerce kez, art arda yankılanan tek şey Ottar’ın “Ömrün, üçüyle de karşılaşmaya yetmemeli Audhumla...” cümlesiydi.
Audhumla, ayağını köklerden çekip tuzları tükürmeye başladığı an, etrafındaki her şey bir hortuma kapılarak havada dönmeye başladı. Yggdrasil,üç kökü ve Audhumla
hariç Reine’nin toprakları üzerinde ne varsa havalandı ve gök ikiye ayrıldı.
Yggdrasil’in tuzları, köklerine çok nüfuz etmeden yutulduğu için yerden kopmadan üç yüz yirmi dokuz
yücenin, devin ve cücenin yapacaklarına maruz kalacaktı. İşe Thor başladı. Tuzların yalanmasıyla çekicin ve göğünTanrısı Thor, çekiciyle bulutların üstünden,
gök mavisine tüm gücüyle vurdu. Gök yarıldı ve ilk olarak Reine’ye,
Yggdrasil’in hemen dibine biri düştü. “Ben,” dedi, tabii o sıra Audhumla sekizinci kalp krizini
geçiriyor, “Ben, gerçek toprağı ve denizi, rüzgarı
ve sonsuz balıkları Moskenesøya’ya getirdim.” Audhumla, kendisinin bile
duyamayacağı bir sesle “iyi halt
ettin” dedi. Okyanus kıyısındaki üst üste taşlar, büyük bir gürültüyle kırılarak yerini sapsarı toprağa bıraktı. Deniz, içini çeke çeke kendini
yutarak, yerini, rengini gökten alması imkansız olan sihirli bir maviliğe bırakırken gökten ikinci Tanrı indi.
Audhumla’nın gözleri, Yggdrasil’e dikildi. Çünkü birden bire az önceki hortumla
soluk yeşile dönen yaprakları
canlanmış, gövdesindeki küller
havalanmıştı. Gelen, yücelerin
en zengin gönüllüsü, bereketlisi ve doğurganlık gücü elinde olanından başka biri değildi. Kısa kaldı.
Ardından etraf birden devler ve cüceler ile dolarak Audhumla’nın sağılmak üzere olan tüm sütünü korkudan içine
geri kaçırdı. Hala dedesi Ottar’ın masalının devamını hatırlamaya, ne yapacağına karar vermeye çalışıyordu. Sinirli hareketlerle artık gövdesinde
kül kalmayan Yggdrasil’e tırmanma kararı alsa da aksi bir sesle “Buraya değil” diye tepindi üç köklü kader ağacı. “Kaderimin içine yaptın Audhumla!”
dedi sonra. “Nah içine yaptım! Dedem Ottar burada olsaydı senin bu korkaklığına pamuk inek kalbi dayanmazdı!”
Ama ağaç zaten bu yükü kaldıramazdı. Audhumla, çömelerek
olacakları beklemeye başladı sonunda.
Ginnungagap uçurumu yönünden gelen gürültüye kulak verdi. 11 nehrin aynı anda
aktığı Niffleheim’den büyük
bir çığlık yükseldi. Ardından
Thor’un çekici, göğü biraz daha açtı.
Çünkü Niffleheim’den yükselen çığlık, ölümden başka birine ait değildi. Ölüm, Reine’ye doğdu. Audhumla’nın düştüğü hali gören teselli Tanrıça’sı, “Demişti demeyi pek sevmem ama Ottar demişti” demeye iniyordu. Audhumla, “hay
senin teselline” demeye kalmadan tombul sessizlik Tanrıça’sı, dinmeyen ölüm çığlığını yutmak için Reine’ye indi. Kuru gürültüleri, gereksiz sesleri
yuta yuta en tombul Tanrıça olmuştu. Audhumla’nın, Thor’un aşağı indireceği tek bir Tanrı ya da Tanrıça’yı görmeye gücü
kalmamışken ihtiyat Tanrısı,
Yggdrasil’e olanlar için Audhumla’yı sakinleştirmeye geldi.
Audhumla, sanki derdi Yggdrasilmişcesine onun dediklerini kitlenmiş biçimde dinledi. Aslında tek derdi gidip
Ottar’ın arka bacağına başını koyarak olanları unutmaktı. Yukarıda
Thor’un kimleri aşağı indirdiğini ve aşağıda neler olduğunu gözlemledikten sonra, yücelerin hainleri tarafından herkesin
babası Odin’e haber salındı. Thor’un kendi tayfasını izinsiz aşağı saldığını öğrenmek için kimsenin gammazlamasına ihtiyaç
duymayan Odin, atının kuyruğunu çoktan düğümlemiş, doğru zamanı bekliyordu.
Odin, tüm bu olanları 640 kapılı sarayı Valhalla’da, dokuz dünyayı aynı anda
izediği tahtı
Hlidskjalf’tan, ta Audhumla Reine topraklarına adım attığından beri izliyordu.Kunduzları, dünyada ne
olup bittiğini her an ona haber
vermekle çoktan görevlendirilmişti. Koltukaltlarındaki
sihirli ter sularının damlamasıyla yaratılan devleri de peşine taktıktan sonra, Yggdrasil’in Mimir
kuyusuna değen köklerine kadar
inmeye ve aşağıda kim varsa toplayıp dünyayı gerçek
sahiplerine, cücelere bırakmaya karar vemişti.
Audhumla, hala Ottar’ın hikayesinin sonunu
hatırlayamamıştı. Kendisini yok
sayılmış gören Odin’in,
terlerden yaratılmış birkaç dev ile aşağı inmesine huysuzlanmış olacak ki, aşağıyı olduğundan daha da karışık hale getirecek
hamleyi yapmıştı. Audhumla,
artık son çare, ağacın altında sağlam kalan birkaç metre toprağı kazıp aslında sütünü bırakmak için geldiği yere kendini gömmeye karar verdi. “Bari
ölümüm kendi elimden olsun, buradan kurtulsam da Ottar beni kesecek, hortum
bizim ordan zaten görülmüştür.” diyordu. Üç
köklü kader agaçı Yggdrasil, artık kimle gözgöze geleceği konusunu toptan koyvermiş, sağda solda gezip duran yücelere, devlere ve cücelere bakıyordu. Thor
elinde avucunda kim varsa, fırsat bu fırsat gökten aşağı indirmekteydi.Neyse, ne diyorduk? Yücelerin hainleri, devlerin
Asgard’a saldırması içinThor’u hedef göstermiş ve Odin’in aşağı inmesini engellemek istemişti. Bu sırada az önceki hortum, üç köklü ağaç Yggdrasil’i içine almasa da dallarını
Asgard’a değdirdi ve yeraltındaki
tüm kökleri ve Mimir’in kuyusundaki suları iyice hareketlendirdi. Sular,
insanların yazgılarını belirleyen, hayatlarını veren Nornlar’ın pınarını
sulandırdığı için insan ırkı,
Reine’de canlanmaya başladı. Yggdrasil’in
kütüklerinden şekillenen insan, iki şekilde türedi. Askr (erkek) ve Embla
(kadın)... Audhumla, hazır Reine’ye ölüm yeni gelmişken kendi mezarını kazmaya koyulmuştu ama Yggdrasil’in kütüklerinden şekillenip türeyen insan ırkını gördükten sonra
bir türlü hatırlayamadığı dedesi Ottar’ın
masalının sonunu hatırladı, tabii inek sesinden: “ Audhumla... Ne Thor, ne
Loki, ne de aklına gelebilecek hiçbir Aesir veya Vanir Tanrıları onlar kadar
sakıncalı değildir yeryüzünde...
Tanrıların alacakaranlığı olan ragnarök,
sadece Tanrıları yıkar. Biz ineklerin sonunu ise insan ırkı getirecek... Buna
ne sebep ol, ne de şahit Audhumla,
ömrün bunu görmeye yetmesin...”
Yorumlar
Yorum Gönder