SAYE

Karanlık başlıklar atmaktan çekinmediğim günlere senin gölgene, peşi sıra kendi gölgeme bilenerek başladım. Böyle olsun istemezdin, zaten kimse böyle olsun istemez. İnsanlığın söylemesi en alışılageldik cümleleri ikimizin arasındaki üç adımlık mesafeye karışmasın diye seni aramızdan çıkardım. Böyle olsun isterdim, oldu da.

Aydınlanarak çirkinleşen gün gibi bizar olduk. Gerçek, karşıdan nasıl göründüğünü bilse açığa kavuşmamak için bulduğu ilk fare deliğinden yer altına süzülür. Aynı fare deliğine sığabilmek için verdiğim günlerimi hiç söylemiyorum. Bunun için vermem gereken daha yüzlerce günüm ve onlarca kilom var. Gerçekse oraya gözü kapalı girer. Çizgisinden çıkmadan bizi dize getirdiği gibi; kaybolmak istediği an hepimizi siler atar. Ya da "l" yerine "k" koyar.
Ne kadar faydasız adım varsa attım. Ne kadar kirli nefes varsa çektim. Ne kadar kafa varsa patlattım. Etrafta aklı başında adam bırakmayacak kadar palavra sıktım. Hepsine ayrı salladım. "Şöyle şöyle şöyle bi insanım" dediğim adam gidip beni ötekine anlattı. Halbuki geçen sabah yol üstü karşılaştığım ötekiye ne kadar da "böyle böyle" bi insan olduğumu anlatmıştım tam 3 dakika 25 saniye. İnanmıştı, yazık şimdi karışacak. Gece olsa belki, seçemezdi yüzümü. Eh biz de yalancı çıkmazdık, iyi mi? İyi.

Senin gölgenin peşine takılmasaydım bunlar gelmezdi başıma. Gün yüzünü görmez, geceyi hiçbir sıfattan ayırmazdım. Geceleri güneşin geliş açısında göre uzayan ve kısalan gölge hikayesi okunmazdı ne de olsa. Hoş, sen bir sokak lambasının etrafında dört dönüp uzayıp kısalan karanlığınla yeni oyunlar başlatırdın. Ben ve benim karanlığım anca seyirci olurduk. Ya da oyununa alet. Ya da biz, gömüldüğü betonun çevresi kadar aydınlatan sokak lambası tarafından da en az senin yok saydığın kadar hiç olurduk. Suç benim. Bilinmezden yeryüzüne düşmeme mahal verenlerden birinin sen olduğunu bilmek zaten yeterince ağırken bir de ağırlınca gölgene ayak uydurmak hangi gerzekliğin eseri? Takvimin en kısa gündüz yaşanan günlerine kanca taktım. Bu leş Kasım günü, altı ay gece yaşanan kıtalara merak saldım. Pusulalara emanet olmayan bizden uzak dursun.

Mevsimlerden muzdarip göz kapaklarım yer çekimine yenik düştü. Gayriihtiyari dalışlar yaşadığım uyku beni kabul etmeyecek diye çekindim önce, sonra en babacan tavrıyla sinesine bastı. Vardı bir bildiği; hiç uğramadığım günlerin hıncına rüyalarımı sakatlamış. Aklımda yeri olmayan ne varsa rüyamda kırdı tam orta yerinden boynumu. Olsun, hala başımı alıp sığınabileceğim en gelişmiş mağaraya kabul ediliyordum ya, üstelik gölgensiz.

"Delirmedim daha" diyebileceğim üç kişi kalmıştı ömrümde. Üç hak. Üç sıkılmamış kurşun. Üç atış hakkı. Birini dün kullandım, "Delirmedim daha" dedim, var git yoluna. Birini bugün; yoluma çıkan köpeğe. "Delirmedim daha" dedim, dişlerini tükürdü önüme. İtlerce "Siktir ordan, deli" deme şekliyse epey hainceydi. Biri duruyor. Biri için sakladığım son hak, diğer ikisinin beyhude ölümüne inat etmiş, teslimeyitini erken sunmayacağa benziyor. "Sen ne dersen kabul," dedim, "sen ağzımdan ne zaman çıkarsan." Üçüncüsünü gölgene haykırırım diye ödüm kopuyor. Bu yüzden ne zaman görsem gölgeni, ağzımda dilimi çiğniyorum, gölgemi arkama saklıyorum, ellerimi önümde bağlıyorum. Kulaklarıma dünyayı tıkıyorum, gözlerimi gerçeklerle oyuyorum, derimi çıkıntılarınla yüzüyorum. Hakkını vermeyi dilediğim son hakkımı gelecek yüzyıllara saklıyorum. Aynı yüzyıl içinde iki delirmemişlik fazla diye.

Herkesçe pamuk ipliğine bağlı olan insan hayatı bence halatlarla demir atmış dünyaya. Öl öl bitmiyoruz. Birimizin noktayı koyduğu yere ötekimiz noktalı virgülü basıp yeni paragraflara meydan veriyor. Yazdıkça sağ bileğim uyuşuyor, sol göz kapağım ağrıyor ve son hakkım dilimden fırlamamak için kendini zor tutuyor. Güneşin battığı tüm saatlerde yüzleşebiliriz seninle, uzayan karanlığına izah edebileceğim bir doğrum kalmadı.

Yorumlar

Popüler Yayınlar