EKSİK/BÖLÜM 1

"Eksik" öykü serisi bir e-dergi olan Lemur Dergisi'nde yayımlanmıştır.
-Dünya niye dönüyor?
Nefes alışverişlerin duyulabileceği sessizliği böldüğüm bu soru, odadakilerin yüzlerini aydınlatmışa benziyordu. Kafalarının içinde dönüp kuyruğunu birbirine değdirmemeyi başaran onlarca tilkinin varlığının yarattığı huzursuzluk, toprağı kurumuş bir saksıyı andırıyordu. Dudaklarımdan farketmeden dökülen bu üç kelime, üstlerine yağan su gibi, köklerini ferahlatmıştı. Ailenin büyüklerinin toplanıp çözemeyeceği sorunlara kafa patlattığı zamanlarda onları yeni açmazlara sokmayı severdim. İçinden çıkamadıkları sorunlardan daha büyük sorunlar olduğunu göstermek istiyordum. Her sabah izlediğim çizgi filmdeki turuncu pelerinli kahraman da sevdikleri için böyle şeyler yapıyordu. Ne zaman başları derde girse ve durumu aşamayacaklarını sansalar, onları alır felaketleri izlemeye götürürdü. Böylece bir yol bulabilecekleri hissi kahramana nereden gelmişti bilmiyorum  ama bunun gerçek hayatta işe yaradığına rastlamamıştım. Yine hiçbir işe yaramadı. Dünya niye dönüyor, hiçbiri bilmiyordu. Sessizliğin aynı yoğunlukta devam etmesinden ve aydınlanan yüzlerin eski gölgeliğe bürünmesinden anlamak zor olmadı. Bir ara hemen bitişiğimde oturan büyükannem sırtımı sıvazlar gibi bir hareket yaptı. Bunun ne anlama geldiğini çözememiştim. "Az sus burada önemli bir şey konuşuluyor." demek olsaydı daha sert indirirdi elini."Nereden aklına gelir böyle sorular." gibi sevecen bir anlam taşısaydı yüz ifadesi, oruç tuttuğunu unutup su içtiği anki ifadesiyle aynı olmazdı.
Büyükanneme dair çok şey hatırlarım.  Ayak baş parmağımı halı deseninin üstünde gezdirirken başımı öne eğip, sus der gibi sırtıma pat pat inen yaşlı buruşuk ellerini öpmek zorunda kaldığım bayram günlerini hiç unutmam hele. Bana hep işkence gibi gelen eli öpüp alnıma yapıştıma eyleminin sonu harçlığa çıkmadığı için bayram sabahları büyükanneme görünmemeye çalışırdım. Mutfağa dizilen tatlıları ilk ziyaretimde orada bekliyor oluşu beni kaçınılmaz sonra sürüklerdi. Tatlılar demişken; tarifini bildiği tatlıları ve yemekleri dünya üzerinde ondan başka bilen bir kişi daha olduğuna inancım yoktu. Yaşı doksanı devirmişken, tarifteki otların ismi bile eski Türkçe'de kalmıştı. O yemekleri yapmak istediği zaman anneme çarşıdan edinmesi için birkaç malzemenin yazılı olduğu bir liste verirdi. Annem her dönüşünde büyükannenim odasında küçük bir kargaşa oluşurdu. Büyükannem hastalığı dolayısıyla fısıldar gibi konuştuğundan, tartışmanın yalnızca annem tarafını dinleyebilirdi ev halkı. "Anne bunu bulamadım." "E kimse bunun ne olduğunu bilmiyor ki anne, zaten ben de anlamadım." "Anne şunun ne olduğunu söylersen bulurum söz." Ve elbette: "Ağzını bozmak zorunda mısın?" Hep bu cümleyle son bulurdu. Büyükannem yanımda hiç küfretmedi. Onu kötü söz söylerken hayal etmek hep ağzımda şeker yiyormuşum gibi bir tat bırakırdı. Tanıdığım herkes için bulunabileceği eylemler dairesi vardı aklımda. Büyükannem küfredemez, dedem gülemez, babam konuşamazdı.
Şu "Dünya niye dönüyor?" sorusuna da bozulduğunu belli etse bile büyükannem küfretmedi. Her şey hakkında bir fikri olduğunu söyleyen dedem komik bulsa bile gülmedi. Soru bizzat en düşünceli görünen babama yöneltilmiş olsa da cevap vermedi. Çoğu zaman yanıtlar, sorulardan daha önemlidir. Bu da öyle anlardan biriydi. Sesim boşlukta bir kez bile yankılanmadan kayboldu. Dili çözülmeyi sevmeyen babam, bu görevi gözlerine bahşetmiş olacak ki, bir bakışından neler döndüğünü anlayabilirdiniz. Gözleriyle konuşuyor, seviyor hatta azarlıyordu. Bazen laf arasında adı geçen birini sevmediğini gözlerini kırpmayıp belirtmesinden bilirdim. Eğer birkaç saniye göz kapaklarını birleştirip açmıyor ve dudakları hafif aralanıp geri kapanıyorsa "vay o kişinin annesinin haline" diye düşünmem kaçınılmazdı. Büyüktü babam. İçimde çok büyüktü yeri. Gözleri en çok beni ezer, en çok beni severdi. Ona dair içimde hala tortusu kalmış olan tek an, bir sabah uyandığımda odamın kapısının aralık olmasına şaşırmamla , odanın içine soktuğu iri burnuyla üzerime diktiği küçük gözlerinin beni izlemesiyle şaşırmamın bine katlanmasıydı. Başka hiçbir çocuğuna bunu yapmadı. Yapmadı, eminim. Çünkü ondan sonraki her sabah babamdan birkaç dakika erken uyanıp onu takip ettim. Abimin, ablamın ve benden ufak olan kardeşimin odalarını es geçip ilk durak olarak tuvaleti seçmesi beni sevindirirdi. Bunun bencilce olduğunu bilip bir kez daha sevinirdim. Büyük ağzından dökülmeyip küçük gözlerine kaçan son sevgi kırıntıları benim odamın kapısına dökülmüştü. Bir daha ne benim ne de kardeşlerimin, babamın arkasında koşup sevgi medet ummayacağımızı bilmek hiç olmazsa beklentiyi bitirmişti.
Evde böyle anlar sık sık yaşanırdı. Haftanın iki bilemedin üç günü sırrını çözemediğim ve ucunu yakalayamadığım bir sessizlik etrafımı kaplar, çocukluğumu tutsak ederdi.  Abim odadan içeri girer, babamın kulağına bir şeyler söylerdi. Yüzü, normal ten renginin koyuluğunu düşünecek olursak, böyle anlarda epey beyaz olurdu. Annem, bu yaşımda hala anlam veremediğim biçimde, durumu hemen anlardı. Bunca yıllık kocasının ağzını açmaya zahmet edip de durumu açıklayacak hali yoktu ya. Seneler ona söylenmeyen şeyleri duymayı öğretebilmişti. Annem, evin kalanının aksine her zaman olayları aklında en kötü senaryoyla bitirdiğinden, hemen sapsarı kesilir, ablamdan bir bardak su isterdi. Sırasını ezberlediğim bu zincir fısıldaşmaların bünyelerinde yarattığı ilk şoku atlatan ve üzerimde söz hakkı olan tüm aile fertlerine aynı cümleyi kurdurturdu; "Habersiz evden çıkmak, karşı komşunun kızı Aylin'le oynamak, balkondan uçak uçurmak bile yok. Başıma kürekle üç kez sertçe vurulmuş gibi ardı ardına sıralanan bu yasaklar listesi çocukluğumun kabus günlerinin zeminini hazırlardı. Küreğin keskin tarafının başıma gelmesi, Aylin'in de yasak olduğunu anladığım ana denk geliyordu. Süresiz biçimde karşı komşunun kızı Aylin'i bisikletin önüne oturtup bakkala meybuz almaya doğru sürmek yasaklanmıştı. Bu demek oluyordu ki; yan apartmandaki gözlük takan, uzun, ince, çöp gibi olan oğlanın bisikletinde ikinci kişiye yer açılacaktı. Dünyada fırsatçılığın kol gezdiğini bu tipsiz çocuktan öğrenmek hepsinden daha zordu. Bunlar yasaklar listesinin, evin en küçükleri olan için kısmıydı. Bana o zamanlar dünyam yıkılmış hissi yaratan bu kısıtlamalar, büyüklerinkilerin yanında kavanoza kapatılmış bir pirenin sadece kapağa kadar zıplayabilmesi gibi kalıyordu. Etrafıma çizilen, sınırları belli bir çizginin içinde istediğimi yapabilirdim. On iki yaşımdan beri sınırları belli bir çizginin içinde kendime yüksek derece maruz kalarak yaşıyordum ve dünya niye dönüyor hala bilmiyorum.

Yorumlar

Popüler Yayınlar