Hurda Okyanusu Yolculuğu
Bu öykü Kayıp Rıhtım Aylık Öykü Seçkisi'nin "Hurda Öyküleri" temalı 122. sayısında yayımlanmıştır.
“Mumlar
yaktım ve ışıkta, öyle dedim içimden,
kendime ufak
gizemli alanlar buldum.
Bildiğim şarkıları hatırlamaya çalıştım.”
Edward Carey, Hurda Köşkü
Yeşil tüylü bir hayvanın
sırtında elimi gezdirir gibi içinde süzüldüğüm okyanusa kavuşmak kolay olmadı. Gökyüzünden
bildiriyorum: Uçuyorum. Kimin gökyüzünde olduğuma göre eylemim değişebilir:
Yüzüyorum. Etrafında yansıyan koyu mavi tonlarında bir ışık huzmesiyle dolaşan su
canlılarının üzerinde. Derinleri titreten güçlü dalgaların sarstığı bitkiler paslı
demirlerin yığılı olduğu bir bahçeye benziyor. Bahçeye çıkmanın tek yolu
okyanusa dalmak. Evim. Eski bir köşk. Bahçe. Küçük bir orman. İçinde hangi
katta dolaşmak istediğime göre ayrı ayrı görevlendirilmiş birkaç bakıcı.
Annem ve babam eve ne
yazık ki hiç uğramazlardı. Onları hep okyanusta bekleyeceğim diye düşündüm.
İçine küvetten atlayarak daldığım bir okyanusta.
Bir tek kendini düşünen
seslerden nefret ediyorum. Sessizliğin içindeki eşya çıtırtıları da bunlardan
biri. Güvende hissetmiyorum. Özellikle yalnızken, seslerin tehlikelerine daha
bir açığım. Dolabın altında sakladığım endişemin çıkıp boğazıma yapışmayacağına
kimse yemin etmedi. Dolaplar dışarı çıkmak için sabırsızlanan nesneleri kötücül
kahkahalarla tükürmeye bayılır. Kapıları sürekli açılıp kapanır. Kilitli
olanların anahtarları sonunda dayanamayıp kırılır. Hurdaya çıkmak üzere
unutulmuş eşyaların kinini toplasalar bir okyanus dolardı. Okyanusa muhakkak
bizim evin küvetinden çıkılırdı.
İnsanların hissettiği
toplam acı ile nesnelerin biriktirdiği toplam nefret küvetimin altında kocaman
bir delik açarak evimle okyanus arasındaki kalın çarşafta yama atılamayan
delikler açtı. Simsiyah, ekşi kokulu derin suda bencil seslerden bıktığım
gecelerde yıkandım. Orada ceket giymiş mutsuz bir tilkiyle karşılaştım.
Bir süre önce, ellerime
gaz lambasının tozu bulaştığı için üçüncü kattaki, boynuna takılı ince beyaz
ipli bir armada adının baş harflerini taşıyan sert suratlı kadın beni banyoya doğru
götürüyordu. İ.O. Hanım. Karanlıktı. Koridorun köşelerinde boyumdan büyük demir
şamdanların üzerinde mumlar dikiliydi. Onların yanından geçerken kendimi bir
atın bacağından daha kısa hissediyordum. Gerçekten öyle olmamın bunda bir
katkısı olduğu için üzerinde fazla durmuyordum. Bileğimden kavrayan iri el beni
sürüklüyordu. Bir sonraki adımımı daha atmadan kaybediyordum. Ayakkabılarımın
burunları yere sürterek sürükleniyordum. Banyo kapısına geldiğimizde İ.O. Hanım
öfke dolu bir nefes verdi. Demir kapı kolunu çevirmek için güç gerekiyordu.
Tak! Gıcırtı. İçeri atıldım. Kendisi hariç kimseyi düşünmeyen seslerden biri
daha, betonla aramdaki duvarların yıkılmasının sesini hiç düşünmeden bastırdı.
Askılı şortumun dizlerine sildiğim elimdeki izler gittikçe çizgilerin arasına
yerleşiyor gibiydiler. Gömleğimin yakasını tutturan kırmızı ipi çözdüm. Önüme düşen
saçlarımı başımın önüne yapıştırıp ipi ensemden yukarı doğru dolayıp sıkıca
bağladım. Gözlerim özgür kaldı. Oradan çıkmak istemiyordum. Musluğu açtım.
Birkaç defa öğürdü. Patlamalar hâlinde akan sular kahverengi ve paslıydı. Musluğun
ince borusuna asıldım. Onu çekerken ayaklarımı kaldırıyordum. Birkaç kez
zıplayarak kendime doğru çektiğim musluk sonunda elimde kaldı. Artık orada banyonun
içini sulayan bir açık su borusu vardı. İlk okyanusum orasıydı.
Elimin kirini çoktan
unuttum. Pantolon giymediğim için mutluydum. Islak paçaların verdiği kızgınlığı,
akıtan gaz lambaları ya da suratsız bakıcılar bile vermiyordu. Küvetin dışı su
doluyordu. Mahrum kalsın istemedim. Tıpayı bulup taktım. Küvetin de
musluklarını açtım. Elimde kalan musluk borusunu küvetin içine attım. Tam
ortasına geldi. Çıkan ses bu kez bencil değildi. Sanki “İyi geldi,” der
gibiydi, tam da o anı bekleyen neşeli nesnelerin seslerindendi.
Soyunmadan küvete
girdim. Ayaktayken su dizlerime geliyordu. Bir suyun dizlerime gelmesi için
birkaç yudum yeterdi. Bastığım yerde bir gevşeklik hissettim. Zemin hareket
ediyor gibiydi. Küvetin ortasında, musluk borusunu fırlattığım yerde, birikmeye
başlayan suyun ortasında kapkara bir delik açılmıştı. Gittikçe genişliyor,
genişliyordu. Küvetteki tüm suyu tek hamlede yuttu. Çivilemesine hiçliğe
düşüyordum.
Suyla birlikte indiğim
yerde, musluk borularının, çivilerin, eski koltukların, çok amaçlı banyo
tıpalarının, koltukların ve ahizelerin her yere yayıldığı bir okyanus vardı.
Yüzme bilmiyordum. okyanustaydı. Çırpınıyordum. Kendimi savurdum. Küvetimdeki
boşluk hâlâ oradaydı. Merdiveni yakaladım. Siyah deliğin girişine yasladım. Son
nefesimi tutarak tırmanmaya başladım. Başımı küvetin içine aşağıdan soktuğumda
ciğerlerimi patlatacak kadar derin bir nefes aldım. Soluğumun sesi dışarıdan da
duyulmuş olacak ki bakıcı iri elleriyle kapıya vurmaya başladı.
Ben. Küvetimden inilen
bir okyanustan. Geldim.
Merdivene teşekkür
ettim.
Kendimi küvetin dışına
attım. Boşluğun üzerine küvet taburesini koydum. Küvetin etrafındaki banyo
perdesini kapattım. Geriye doğru döndüğümde bileklerimi yalayan suyu fark
ettim. Musluğun sesini. Tıpayı okyanusta bırakmamalıydım. Umutsuzca kapıyı
açtım. Gözlerimi kapattım. Kulağımın dibindeki şaklamayı beklerken küvetin
dibinden bir gluk sesi geldi. Okyanus küvetten sızan son damlayı da yutmuştu.
Bakıcının dikkati dağıldı. Beni dışarı çekip lanetler savurarak banyo suyunu
gidere itti. Perdeyi açmadı. Tabureyi de yutan obur okyanusumu keşfetmedi.
Ertesi gün odamda
kaybolduğu anlaşılmayacak eşyalarımı küvetin deliğinden okyanusa attım. Midem
bozuldu bahanesiyle günümün yarısını banyoda geçirdim. Dün suyun içinde yalın
ayak yarım saat durmuş olmam beni destekliyordu. Evin içinde delirmiş gibi
dolaşıyor, cebime ya da gömleğimin içine sığan eşyaları banyoya taşıyordum.
Önce orada biriktiriyor, sonra topluca okyanusa atıyordum.
Bir müddet sonra
okyanus alıştı. Sık sık acıkmaya başladı. Artık tek başıma yıkanmaya başladım.
Banyoya kimseyi almıyordum. Bu kattaki banyoyu himayem altına almıştım. Okyanus
da beni himayesi altına almıştı. Gelişmeye başlamıştı. Kaybolan eşyalarımı
küvetin deliğinden aşağı kolumu sarkıtarak arıyordum. Okyanusun içinde yüzerken
bulmak istediğim demir oyuncak arabam, babamın kol düğmesi ya da annemin incili
tacı ortada yoktu. Birkaç gün önce salonun köşesindeki kitaplıktaki demir
kalemliğin tıkırdayarak yuvarlandığını, banyoya doğru gittiğini gördüğümde
arkadan biri onu itti sanmıştım. Geniş oda kimsesizdi. Sonra içeriden daha
yüksek sesler gelmeye başladı. O tehlikeli
seslerden. Odamdaki tek kişilik koltuk ilerliyordu. Küvete koştum. Delik
kocaman olmuştu. Öyle ki, kalemlik onun için bir çerez tanesiydi. Koltuğu
zorlanmadan yutmasını karşı koyamadan izledim.
Okyanus eşyaları davet
ediyordu. Cazibesiyle kendine çekiyor, sonra onları hurdaya çıkaracak kadar
sürüklüyor, yoruyordu. Önceleri canım sıkıldıkça küvetin kenarına oturup
ayaklarımı okyanusa daldırıyordum. Altımdan geçip giden nesneleri izliyordum. Evde
gözle görülür eşya eksilmesi olmaya başladı. Artık uyku vakitleri hariç banyoda
takılıyordum. Bakıcıların işine geliyordu. Bütün gün banyoda olmama rağmen
okyanusun oraya çektiği eşyaların sürekli yer değiştirmesi onları çıldırtmaya
yetiyordu. Mazeret üretip kaçabildiğim günler sona ermişti.
Dala çıka yüzmeyi de
öğrenmiştim. Bir gün yeniden okyanusuma daldım. Sadece bana ait olduğunu
sandığım günler sona ermişti. İlk kez ve yanlışlıkla daldığım güne göre içi
eşya doluydu. Zorlukla ilerliyor, birkaç metrede bir eşyalara çarpıyordum. Henüz
küvetime yakınken nefessiz kaldıkça dönüp açığa çıkıyordum. Banyoma hapsolmuş
havadan derin bir soluk alıp tekrar dalıyordum.
Hurda okyanusundaki
maceram dünyanın tüm oyunlarının toplam eğlencesini geçiyordu.
Okyanusta açık kapısıyla
kürek çeken buzdolapları yarışıyordu. Tutamadıkları kahkahaları ağızlarından
köpükler çıkarıyordu. Bazen yüzmeye gerek kalmadan su beni sürüklüyordu. Bütün
hurdaların gittiği yöne doğru. Başka çaremiz yokmuş gibi. Bir an için yukarı
baktığımda onları gördüm. Banyolarındaki küvetlerinde oluşan delikten eğilip
bakan insanları. Arkalarındaki boşluktan eşyalar geçiyordu. Küçük, büyük ve
yeni hurdalar.
Biraz gezinip döneceğim
okyanusta yönümü kaybettim. Saniyeler geçiyor, yeni bir nefese olan ihtiyacım
katlanıyordu. Önümde benim gibi sürüklenen birkaç karaltı görüyordum. Eşyalar
hallerinden memnundu. Boğulur gibi gelen sesler arasında konuşmalar işitmeye
başladım. Nesneler birbirlerine hapsoldukları duvarlar arasından sıyrılıp
özgürlüğe kavuştuklarından söz ediyorlardı. Su sığlaşmaya başladı. Kuma saplanan
demir iskemleler, şemsiyeler, avizeler ve gemi fenerleri gördüm. Sonunda nefes
aldım.
Okyanusun kıyıyla
birleştiği yerde, suya taşan yığınla hurdadan devasa bir köşk oluşmuştu. Hurda
Köşkü. Evimden büyük. İçimdeki bütün hislerden ve aklımdaki tüm düşüncelerden
büyük. Onu bir kitapta okumuştum. Oraya giden yolun küvetimin altındaki deliğin
açıldığı hurda okyanusundan geçtiğini bilmediğim zamanlarda.
Elif Şeyda Doğan
Yorumlar
Yorum Gönder