Ahenkli Ölüler Panayırı
Bu
öykü Kayıp Rıhtım Aylık Öykü Seçkisi'nin 10. Yıl Özel: Dede Korkut'un Kayıp
Öyküleri temasında yayımlanmıştır.
“Ecel
vakti gelmeyince kimse ölmez,
Ölen adam dirilmez,
Çıkan can geri gelmez”
Ölen adam dirilmez,
Çıkan can geri gelmez”
İnsanlar
soluklaşıyor. Ölmüyorlar. Silikleşmek, toz tutmak ya da karanlıkta kalmak
denebilir. Sonra panayıra katılıyorlar. Dans edip şarkı söylüyorlar. Bir
destanda ses çıkarıyorlar.
Destanlarda
daha farklıdır her şey gerçekte olanlardan. Müdahale ettiğinde önüne geçilmez
facialardan birinin içine yuvarlanabilirsin. Tahammülü elden bırakırsan
tahammül de senin elini bırakır. Yaşamayanların destanı panayırlarda yazılıyor.
Bu destan şöyle başlıyor:
Bol
pantolonunu iki yanından kavradığı terli avuç içleriyle çekiştiriyor Kazan Bey.
Son panayırı bekliyor. Her güne bu son diye başlıyor. Fazla
yaşanılası bulunup erkenden sona ermesine karar verilen hayatı için yas
tutuyor. Günün bazı saatlerinde, yaşamaya geri dönmek isteyenlerle buluşup
müzik yapıyorlar. Ağızlarıyla, ayaklarıyla. Diş gıcırtılarıyla. Ahenkli Ölüler
Panayırı, diyorlar adına. Bir gün öyle gürültülü bir panayır yapacaklar ki,
sesleri duyulacak diye umuyorlar. Yaşayanlardan biri sesi aklına kazıyacak.
Ahenkli ölüler artık bir yerde yaşayacak, yeniden. Şansları varsa renkleri
canlanacak, aynı dünyayı paylaşacaklar, yine yeniden.
Geniş,
taş yoldan oluşan renksiz meydanda kırmızı, turuncu, mavi, beyaz çizgili,
paçası lastikli şalvarıyla kendi etrafında dönüyor Kazan Bey. Başında fes.
Sırtındaki yelekten püsküller sarkıyor. Sarı bıyıkları, sivri çenesi, ince bir
burnu ve yorgun bakışları var. Boynunu sıkan, ısrarla çıkarmadığı papyonu
bitli.
Boyu
hiçbir ağacın altında eğilmesine gerek olmayacak kadar. Gül dondurmacısı Kazan
Bey eskiden de neşeliymiş çoğu zaman.
Meydan
gri. Sıkıcı hayatlar kadar soluk. Cüretini elinden söküp alan bir donukluğu
var. Boş. Boş ve ıssız. Yalnızca rengârenk adamlar, kadınlar ve gül
dondurmacısı ortaya çıkınca başlıyor nefes alıp vermeler. Sadece taş
kaldırımlara çarpan topuk sesleri, alkışlar ve sloganların yankılandığı
saatler. Gökkuşağının eşit dilimler hâlinde kayık tabağa dilimlenip üzerindeki
tüm yemeklerin tek çeşit olduğu bir masanın ortasına indirilmesi gibi.
Aynı
sokaklarda, evlerde, odalarda yaşayıp birbirine dokunamayan iki dünya.
Sen
o sandalyede oturup elindeki kitabın kapağını kırarak okurken aynı sandalyede
bir başkası, aynı saniyede bir yemeği kaşıklarken huzursuzlaşıyor. Bu sokağın
ölmüşleri bu düzeni pek beğenmiyor.
Gün
biraz ilerleyince, yaşayanlar güneşin en dik olduğu saatlerde güzel kafalarını
sıcaktan uzak tutmak için ortalıktan çekilince panayır başlıyor.
Taş
kaldırımların ufka doğru sürüklediği sokakta birbiri ardına inen ince
topukların üzerinde kırmızı saten fırfırlarıyla bir etek zıplıyor. Topuk
sesleriyle ahenkli eller saçlarına kocaman kırmızı gül takılı esmer kadının sol
omuz hizasında çırpılıyor. Bu sesi yaşayanlar duymuyor. Henüz. O sırada diğer
tarafta camdan hasır bir sepet sarkıyor. Ufak bir dükkândan kollarına süt,
yumurta ve iki ekmek sığdıran çırak boyunun yetmediği sepete asılıyor. İpi
gevşek tutan kadın sepetin üstündeki hükmünü kaybediyor. Süt ile yoğurt
paketleri yere düşüp patlıyor. Kırmızı eteğin dansına hiçbir şey sıçramıyor.
Topukla taşın çarpışma seslerini duyan Kazan Bey, en eskisinden tazesine, tüm
mahalle sakinlerini tek tek panayıra davet ediyor.
“Bu
son, efenim, bu son oluyor, son panayır.”
Bir
kadın öyle bir ölü ki, hayattan ikinci emekliliğini alıp yeniden ölmek üzere.
Kazan Bey hazırladığı gül dondurmalarından birini kadının burnunun dibine sokup
bağırıyor:
“Annem
yapıyo, ben satıyom, dondurmadan gül yapıyom.”
Dişsiz
ağzıyla duyduğu kadarına gülen kadın ağzında aniden bir soğukluk fark ediyor.
Kazan Bey dondurmayı giriş engeli bulunmayan ağza yerleştiriyor.
“Ahenkli
Ölüler Panayırı’nın son müziği başlıyor.”
Bakkaldan
takkeli, bastonlu bir yaşlı çıkıyor. Yeşil yeleğinin düğmeleri göbekten
kapanmamış. Tam olarak dik duramıyor. Bir eli belinde. Kaşları çatık. Ağzını
durmadan şapırdatıyor. Bastonuna ihtiyacı olmadığını çırağın kıçına birkaç kez
isabet ettirip vururken koştuğunda anlıyor.
“Bu
kez hayata geçiyoruz, katılmayan kalmasın, ne kadar ses, o kadar nefes!”
Kazan
Bey’in panayır yanlısı söylemleri çığırtkanlık boyutuna ulaştığında meydan
silik ve neşeli vücutlarla doluyor. Kırmızının en ateşlisi biraz içini gösterir
gibi. Civciv sarısı beyazlarla yıkanmış. Mavi, mor ve yeşil bozuk mideleri
yüzünden kendilerini gösteremiyorlar. Panayırın renkleri. Müzikleri diğer
taraftan duyuldukça canlanacaklar.
Yaşlı
ile çırağı sokakta yukarı aşağı koştururken bakkalın önüne geldiklerinde durup
soluklanıyorlar. Ahenk, panayır başlarken her yerden kendini göstermeyi
biliyor. Bastonuyla yerden biraz yoğurt sıyırıp çocuğa doğru atıyor yaşlı. Şap!
Dişsiz ölünün önüne çocuk avucunu dolduracak kadar yoğurt düşüyor.
Gül
dondurmacısı Kazan Bey, sokağı dolduran danslar arasında kıvrıla kıvrıla
dondurma dağıtıyor. Onun davet eden sesini bastıran müzik, sonuncusu olduğu
umulan Ahenkli Ölüler Panayırı’nın sesi. Ölülerden her biri, çıkarttıkları
seslerle doğurdukları müziğe itaat ederek dans ediyor.
“Annem
yapıyo, ben satıyom, dondurmadan gül yapıyom,” derken Kazan Bey’in kalçasını
görmeniz lazım. Yapıyo derken sağa, satıyom derken sola, yeniden yapıyom derken
hem sağa hem sola atılıyor. İnce topuklarıyla taş kaldırımlarda nasıl dans
ettiğine hayret edilen kadın, büyülü kuşları kıskandıran sesiyle bir şarkı
mırıldanıyor. Bu tarafa gelişi yürek burkan ufak bir oğlan la la la demekten
öteye gitmiyor. Bugün herkes damağını yırtarcasına sesler çıkarıyor.
Diğer
taraftan panayır sesine kulak kabartan yok. Güneşten kaçıp evinin ücra
köşelerinde uyuklayan insanlar yaşlı ile çırağın bitmek bilmeyen koşturmaca
sesi için pencerelere çıkıyorlar.
“Deyyusun
dölü, ömrü tükenesice lanet velet! Veled-i zina! İt soyu!”
“Ay
amca bırak çocuğu,” diyor sepetin ipini elinden kaçıran kadın, “vah talihsiz
çocuğum nereden düştü bu herifin eline?” Dizlerine vuruyor. Sonra uflayıp
vurduğu yeri okşuyor. Çırak yakınmanın buncasını henüz hak etmiyor.
Dağıldı
dağılacak köseleleriyle bastonu iki adım ötesine indirip kendini çocuğun peşine
veren yaşlı, kendi sesini bastıran bir ses duyar gibi oluyor. Ağzında atan
kalbinin sesidir diye kulak asmıyor.
“Ula
gavur, günlüğünden kesmeyen senin gibidir!” Ellerini dizlerine koyup hızla
nefes alıp veriyor. Ağzında biriken tükürüğü tek seferde uygun bir yere
bırakıyor. Dönüp dükkâna girecekken daha da yükselen seslere dikkat kesiliyor.
Camlardan sarkıp yaşlının hâline gülenler boş sokaktan yükselen sesi fark etmeye
başlıyorlar. Alt kattaki üstten sarkan komşusuna bakıp, “Bu da nesi,” anlamına
gelen göz kırpma, baş sallama hareketini yapıyor. Üst kattan, bilmem, der gibi
iki yana kalkan eller şaşkınlıkla açık kalan ağza yapıştırılıyor.
Bakkalın
önünde, yaşlının birkaç adım ilerisinde topuklarını tak tak tak tak yere
vurarak ellerini şak şak şak şak çırpan kırmızı elbiseli, ateş gibi bir kadın
beliriyor. Ahenkli ölülerin sesleri onları yeniden var etmeye başlıyor. Yolun
ötesinde kanalizasyon kapağının üstünde oturan çırağın hemen yanında şalvarlı,
yelekli ve papyonlu bir adam, “Dondurmadan gül yapıyom,” derken ortaya çıkıyor.
Sonra sırasıyla panayırın tüm katılımcıları diğer taraftakilere görünür oluyor.
Panayırdan yeterli yükseklikte ses çıkmış anlamına geliyor.
Camlardan
çığlıklar yükseliyor. Gördüklerine inanamayanların evlerinde ahenkli ölüler
yaşıyorlardı zaten. İnsan görmediğinde her şey kolaylaşıyor. Bu anı
bekliyorlarmış gibi apartman kapılarını zorla açıp sokağa fırlayan çocuklar
Kazan Bey’in etrafını sarıyor.
“Annem
yapıyo,” demeye kalmadan tüm dondurmalar kapışılıyor.
Dişsiz
kadın ağız şapırdatmalarıyla tutturduğu ritme uygun figürlerini sokağın tam
ortasında, yaşayanların arasında sergilemeye başlıyor. Yaşlı, kalbini tutarak
yere yığıldığında sadece yaşayanlar başına üşüşüyor.
Ahenkli
Ölüler Panayırı son defa bugün düzenlenmiş oluyor. Ölülerin hayata dönme
destanı, bittiği yerden başlıyor.
Elif
Şeyda Doğan
Yorumlar
Yorum Gönder