Feride Hanım'ın Tostu Düşmanı
Tostu
Feride Hanımı arıyor. Feride Hanım tostunu bekliyor. Asaletini masanın ucuna
bırakıp çay bahçesinin ortasına yerleştirilmiş olan servislerin hazırlandığı
kulübeye yöneliyor. Feride Hanım kuru tost için yerinden kalkıp lafını
ikiletecek kadın mıydı? Dünya hâli. Güven vermiyor. Hele ki onunki gibi
düşmanlarınız varsa. Feride Hanım’ınki gibi yani. Kafasının içinde sürekli
beynini didikleyen, yorulmayan, uyumayan, uykudan uyandıran düşmanlar. Şefkatle
bakmayan düşmanlar. Salt düşmanlar.
Adımları,
bir penceresinin tezgâh olarak kullanılan kulübenin içinde, kaynar su altında
ısıtılan cam bardaklardan daha ince. Yaklaştıkça eski kulak delikleri içinde
yer etmiş sesler arasından bir ses tonu geçiyor. Kalıntı hâline gelmiş eski
seslerin çoğu ölü. Feride Hanım’ın kulakları çoğu zaman kalabalık. Elleriyle
kulağının dibindeki vızıltıyı kovalar gibi eski sesleri temizler ara sıra.
Kulübenin içindeki kadın, tüm sesleri aynı anda süpürecek komutu veriyor:
“Feride
Hanım’ın tostu hazır,” diye bağır.
İsteksiz
ağız şapırdatmalarıyla söylenmeleri birbirine karışan gençten bir oğlan
elindeki çiziklerle dolu tabağı zarafetten uzak, ciddi bir kavrayışla insanlara
göstermeye başlıyor.
-Feride
Hanım, sizin tost!
Böyle
yarı firari bir seslenmeyle tostun sahibi aranıyor. Bir seste olması gereken
hiçbir şey yok. Yeterince çaba, biraz tükürük bezi yardımıyla neşelenmiş ses
teli titremesi ve soluk. Hiçbiri.
“Feride,
tost,” diyor genç, elinden gelenin büyük kısmını çoktan ardına koymuş. Çay
bardaklarında kaynar su çeviren kadın kınayan cıklamalarla avazı çıktığı kadar
bağırarak, "Feride, gelsene lan buraya, yedi milyarın nefesini tükettirdin
kodumun tostu için," diye bağırıyor.
“Gitme,
Feride,” sesi bir nefes uzağından geçen kurşun gibi, belli belirsiz ama fark
edilmemesi imkânsız hızda yırttı havayı. Feride Hanım arkasından sessizce
yaklaşılarak ürkütülmüş gibi hafifçe sıçradı. Ardına baktı. Sağına, soluna.
Onunla senli benli konuşan tek kişinin kim olduğunu hatırladığında etrafında
birini aramaktan vazgeçip onu bekleyen tostuna doğru kararlı adımlar atmaya
başladı.
“Feride’nin
başına ödül koyuyoruz,” cümlesiyle karışık bir kahkaha yükseldi kulübeden. Elindeki
tostu kaldırmış sallayan genç oğlanın ağzında büyük bir gülümseme vardı.
Üzerinde “aranıyor” baskısıyla, “ismini biliyor, ismine duyarlı” maddelerinin
bulunduğu bir fotoğrafının elektrik direklerine yapıştırılmış olduğu geldi
gözlerinin önüne.
“Gitme
Feride,” dedi dostça olmayan ses, “gitme, gülerler.”
Duymak
istemediğimizi söyleyeni düşman bellediğimiz dünya. Yanıltır. Duymamız
gerekenin ne olduğunu tahlil edemeyen yetersiz zekâlarımızın farkında olsak
dostla düşmanı daha iyi ayırt ederdik oysa. Feride Hanım’ın ayakları genç
oğlanın alaycı tondaki sesinin ağırlığıyla sahte çimlere çivilendi.
Artık
tostun sahibi olan Feride Hanım olarak yanlarına gitmesinin yolu yoktu.
Kulübeye
öyle yaklaşmıştı ki, oraya gitmiyor gibi yapsa yanında ya da arkasında
yönelecek başka yer yoktu. Mecburen ilerlemeye devam etti. Kadın öndeki tezgâha
nihayet bir bardak çay indirdi. Genç oğlan çayın yanındaki plastik leğene
yığılmış kesme şekerlere daldırdığı eliyle üç tane aldı. Çayı da kapıp en
yakınındaki kırmızı plastik masaya oturdu. “Başlarım Feride’ye de yemeğine da,”
deyip tost yiyip çay içmeye başladı. Feride Hanım arkasındaki gözünü masadan
alamayarak kulübenin içine doğru, “Çay,” dedi, “açık olsun mümkünse.” Kaynar
suyun altından alındığında buhar kusan bardağı kavrayarak tutan kadının eline
her gelenin hayret ettiği tezgâh önü Feride Hanım için savaş yanlısı düşüncelerle
mücadele üssüydü. “Mümkün elbette, tost ister misiniz,” dedi az önce küfürlerle
öç alan kaynar sulu kadın. Feride Hanım’ın yüzü tostu duyunca iyice bulandı.
Sesli cevap almasına gerek kalmadığını anlayan kadın yeni bir bardağı ısıtmaya
başlarken Feride Hanım hâlâ genç oğlana bakıyordu. Kaç para edeceği sorusu
aklından çıkmıyordu.
Islak
dişleriyle kuru ve çıtır çıtır tosttan bir ısırık alıp geri çekildiğinde
ağzıyla tost arasında ipince bir tükürük ipi uzuyor. Feride Hanım avını
çiğnemeden yutan ejderhaları izlediği belgesellere duyduğu kini yeniden
hissediyor.
“Çay,”
diyor kulübenin içinden gelen ses.
Feride
Hanım’ın gözü ahşap tepsilerde.
“Bayan,
çay yahu,” diyor kadın.
Feride
Hanım ejderhanın başını art arda indirdiği darbelerle eziyor. Avını çiğneme
nezaketini gösteren ejderhanın yüzü tanınmaz halde.
“Başına
ödül koysak mı,” diyor diğer masalardan savrulan insanların çığlıklarını
bastırmaya yetmeyen sesiyle, “yüzü tanıyıp getirene… ne versek ses?”
Feride
Hanım sesi aradı. “Bilhassa bir fikir istediğimde,” diye açıklamıştı bir
defasında, “onu ararım.” Yakinen tanıdığı kimselere yaptığı bu açıklama bir
sonuca ulaşmamış, tuhaf bulunmasına sebep olmuştu. Feride Hanım ömrü boyunca
kendi başına karar vermemiş insanların bir anda yalnız kalmasıyla ortaya çıkan
delik fileden düşen portakal durumundaydı. Hızla asfalta düşmenin yarattığı
travma, ezilme, ağrı, belki bilinç kaybı. Fileye doğru zıplamaya çalışma
gafleti. Oraya geri dönmek istemese de, güvenli alandan çıkmış olma hissi
karıncayı da, kadını da mahveder. Feride Hanım kendini bildi bileli ona yanlış
kararlar aldıran, düşman bildiği sesi şimdi mumla arıyordu. Bir sesin mumla
görünürlük kazanmayacağı mantığı aklına geldikten sonra onu arzulamaya başladı.
İçten. En derin biçimde.
“Gitme,
dedin, gittim,” dedi fısıldayarak, “benimle gelmedin mi?” dedi. Ses yok.
Ortalık
kararmaya başladı. Feride bir kuyuda. Metrelerce yukarıdaki beyaz, küçük
noktaya bakıyor. Ayağa kalkıp etrafını saran taşların arasındaki dar dairede
dönmeye başlıyor. Ayağını kaldırıp üstüne basarak yükselecek bir oyuk ya da
çıkık bir taş arıyor. Ellerini yosunlu, cıvık yüzeyli duvarda gezdirirken bir
noktada eli boşluğa düşüyor. Az evveli düşünüyor. Tostunu ve düşmanını.
Kuyu
bitmiyor.
Beyaz
küçük noktayı terk ediyor. Ne kadar uzakta olursa olsun, beyaz, küçük nokta
ihtimallerini terk etmek hep zordur. Sorguya fırsat vermeden elleriyle bir adım
sonrasını yoklayarak ilerlemeye başlıyor. “Gitme,” diyor ses, yine. Onca
boşluğa rağmen bir defa bile yankılanmıyor. Karanlık, sesi koca ağzına ve boş
midesine rağmen tek lokmada yutmuyor.
Ses bir kafanın içinden geldiği zaman kimsenin susturmaya gücü yetmiyor.
Ses bir kafanın içinden geldiği zaman kimsenin susturmaya gücü yetmiyor.
Elif
Şeyda Doğan
Yorumlar
Yorum Gönder